Amsterdam; Harikalar Diyarı
Amsterdam bir balıkçı kasabası olarak kurulduğu 12. yüzyıldan bugüne insanın doğa ile mücadelesi tarihinin de önemli sayfalarından birisi. Bulunduğu coğrafyadaki suyun denetimini yüzyıllar boyunca dantel gibi örülen kanallar ve barajlarla sağlayarak bataklıkların içinden Avrupa’nın en köklü kent dokularından bir tanesini ortaya çıkarmışlar.
Yazı ve Fotoğraf: Alaattin Timur
Bir mühendislik harikası olan şehir, gerek Rembrandt, Van Gogh gibi sanatçıları gerekse de mimarisiyle aynı zamanda bir estetik harikası. Bu harikalar diyarını çok nadir görülen güneşli ve açık bir havada gezmek ise bir başka harika. Çoğu insan gibi Amsterdam’da dikkatimi çeken ilk şey bisikletler. Bunun yanında Elektrikli otomobil yaygınlığı da beni oldukça şaşırttı. Bisiklet şehirdeki en yaygın ve önemli ulaşım aracı. Çocuk servisi olarak kullanılan iki ya da altı çocuk kapasiteli bisikletlerden çeşitli yükler taşıyabilen “kamyon” tipinde bisikletlere kadar çeşitli amaçlara uygun bisikletlerle her an karşılaşmak mümkün.
Bu ulaşım alışkanlığının altında ise büyük bir toplumsal mücadele hikâyesi yatıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından görece yükselen refah ortamı seri otomobil üretimi de hızla artmış ve Amsterdam sokaklarını otomobil ile doldurmuş, eski dar yollar oluşan trafiği kaldıramamış ve yolları genişletmek için binalar yıkılmıştı. Bunun sonucunda şehir yaşamında gürültü, hava kirliliği, trafik ve ciddi sayılarda ölümlü kazalar ortaya çıkmıştı. Güvenli bisiklet yolu talebiyle başlayan protestoların üzerine 1970’lerin başındaki petrol krizinden kaynaklanan enerji sıkıntısı da eklenince hükümet taleplere kayıtsız kalamamıştı. Kısa sürede otomobil yolları daraltıldı, bisiklet yolları arttırıldı ve bazı meydanlar tamamen araç trafiğine kapatıldı.
Şehri tanımanın en iyi yolu ise tekne ile yapılan kanal gezileri, kanallar boyunca yapılan yürüyüşler ve tabii ki harika müzeler. Gezilmesi gereken çok müze olunca; hem çok sayıda müzeyi, bir adet kanal gezisi ve sınırsız toplu taşıma kullanımını kapsayan bir şehir kartı satın almak avantajlı oluyor. Özellikle müzelere ilgi aşırı yoğun bu yüzden sabah erken saatler tercih edilirse bu yoğunluktan kurtulmak ve daha keyifli bir gezinti mümkün. Red Light Sokağı ve Coffeeshop’larda yasal olarak satılan marihuana, magic mushroom gibi hafif uyuşturucular da en az müzeler kadar Amsterdam’ı turistler için cazibe merkezi haline getiriyor.
Şehir harikalarına meydanlarını da ekleyelim. Amsterdam’ın en ünlü ve ziyaret alan meydanı Dam Meydanı oluyor. Amsterdam Kraliyet Sarayı, Nieuwe Kirk (Yeni Kilise), Madame Tussaud’s Müzesi ve İkinci Dünya Savaşı’nda hayatını yitirenler anısına yapılmış Ulusal Anıt gibi yapıları barındıran meydan oldukça hareketli. Amsterdam’da gerçekleştirilen siyasi gösterilerin adresi de genellikle bu meydan. Rijksmuseum (Hollanda Ulusal Müzesi), Stedelijk Museum (Çağdaş Sanatlar Müzesi), Van Gogh Müzesi ve şehrin önemli konser salonlarından olan Concertgebouw’un bulunduğu meydan ise Museumplein.
Museumplein aynı zamanda devasa bir park. Bu meydanı güneşli bir günde görmek büyük şans oldu. Kimi insanlar müze gezmekten yorulmuş kendilerini meydandaki çimenlerin üzerine atmış dinlenerek, kimisi spor yaparak ender rastlanan güneşli havanın tadını çıkarıyorlardı. Museumplein’e devasa bir park fakat gerçek bir park olan Vondelpark’ı gördükten sonra fikriniz hemen değişiyor. Bu meydana beş dakikalık yürüme mesafesinde olan parkın bir ucundan diğer ucuna otuz dakikada yürüyebildik. 1864 yılında kurulan 1960’larda hippilerin popüler mekânı olan bu parkta yüz tür ağaç onlarca bitki ve kuş türü, yüzlerce sincap ve yeşil papağan kolonisi, göller ve küçük akarsular bulunuyor. Amsterdamlılar bu parkta spor yapıyor, ücretsiz konserler dinliyor, çocuklarıyla vakit geçiriyorlar. Bu muhteşem park şehrin göbeğinde yer alıyor.
Amsterdam’a kadar gelmişken civarındaki harikalara uğramamak olmaz. Hollanda’nın meşhur yel değirmenleri için en güzel adres geleneksel bir Hollanda köyü olan Zaanse Schans. Hollandalıların ilk yerleşim yerlerinden olan bu köy, tipik evleri ve yel değirmenleriyle masalsı bir güzelliğe sahip. Yel değirmenleri halen aktif olarak çalışıyor. Hollanda topraklarının büyük bölümü su seviyesinin altında bulunuyor, bu değirmenler ilk yapıldığı dönemlerde su seviyesinin altındaki yerlerden suyu dışarı pompalamak için kullanılıyormuş. Bugün ise biraz da turizme katkı sağlaması amacıyla, yağ, hardal, peynir üretiminde kullanılıyor.
Yine Amsterdam’a kırk dakika mesafede bulunan Volendam deniz ürünü sevenleri çok mutlu edecek bir balıkçı kasabası. Tipik bir Hollanda kasabası olan çok güzel korunmuş evleri ve kendine has lezzetleriyle turistler için bir cazibe merkezi. Amsterdam’ın 20 kilometre kuzeyindeki bulunan IJsselmeer Gölü’nde Marken Adası ise günümüzde yapılan bir yol ile kara bağlantısı kurularak bir yarımadaya dönüşmüş. Kara bağlantısı olmadığı için yüzyıllarca kendisini korumuş bu adadaki kapsamlı tadilatlar (tabii ki aynen korunarak) ancak kara bağlantısından sonra yapılmış. Amsterdam civarındaki her biri mutlaka görülmesi gereken bu üç kasabaya ulaşım Amsterdam’dan 40 dakika sürüyor. Zaanse Schans ve Volendam’a Amsterdam üzerinden, Marken’e ise Volendam’dan her 30 ya da 45 dakikada bir hareket eden Marken Express adlı vapur ile yarım saatte gidilebilir. Biz araba kiralayarak bu üç kasabayı bir günde gezebildik.