Ani Harabeleri; Zamanın Büyüsünde

Güneşin ilk ışıkları Anadolu’yu aydınlatmaya başlarken sabahın erken saatlerinde Kars bembeyaz bir örtünün altında kaybolmuştu. Kara taşlarla bezeli binaların sıralandığı caddelerden geçip kentin dışına çıkmıştık. Sınıra doğru yol alıyorduk.

Yazı: Mehmet Sait Taşkıran / Fotoğraf: Yusuf Aslan

Sağımızda ve solumuzda kalan düzlükler uzayıp gidiyor daha ötelerde ufka doğru irili ufaklı dağlar silik birer gölge gibi görünüyordu. Arabadaki sessizlik Ani’yi iyi bilen ve bize eşlik eden İbrahim Süleymanoğlu’nun buğulu camdan işaret edip Ağrı Dağı’nı göstermesiyle bozulmuştu. Puslu havada dağı seçmeye çalışıyordum. Koca dağ kilometrelerce ötelerde küçük bir tepe gibi görünüyordu. Subatan Köyü’nü geçtikten sonra bu sefer solda efsaneleriyle ünlü bir diğer dağ Alagöz uzamaya başlamıştı. Ocaklı Köyü’nü ikiye bölen yol Ani’nin koca surlarında son buldu.

Ani’ye Aslanlı Kapı’dan giriliyordu. Beyazın ortasında kırmızıya çalan taşlarla örülü yapıların kalıntıları hemen kendilerini belli ediyordu. Bir zamanlar doğunun en görkemli kenti olan Ani karlar altında terk edilmiş bir hayalet kenti andırıyor, zamanın büyüsünü taşıyordu. Surların arkasına geçip geniş düzlüğe dağılmış yapıları soğuğa aldırış etmeden önce uzaktan seyre daldık. Süleymanoğlu, önce ünlü katedrali sonra çevredeki diğer yapıları işaret ederek geniş düzlükte bir güzergâh çiziyordu. O anlattıkça geniş bir alana yayılmış olan kenti zihnimde canlandırmaya çalıştım. İpek yollarından gelen tüccarlar, taç giyme törenleri için toplanan halk, bin bir kiliseden yükselen çan sesleri, upuzun minarelerden yükselen ezan sesleri hayalimde birbirine karışıyordu. Anadolu’nun en uç noktasında Ermenistan sınırını belirleyen Arpaçay’ın yanı başındaki yükseltide yer alan düzlüğe kurulu olan Ani 10. ve 11. yüzyılda en parlak dönemini yaşamıştı. Tarihte Bagratlılar diye bilinen Ermeni Krallığı’nın başkenti olan Ani, ipek yolunun Anadolu’daki önemli bir durağıydı.

Ani’yi anlamak, en ünlü mimarların, taş ustalarının hayallerini süsleyen bu kentin ruhunu hissetmek için evvela Anadolu’nun ortaçağ dönemine kısa bir yolculuk etmek gerek. Doğuda İran merkezli uygarlıkların, batının geri kalanında ise Bizans’ın hüküm sürdüğü zamanlarda Ermeniler feodal ilişkilerin belirlediği beylikler halinde yaşıyorlardı. Yard.Doç.Dr Güner Sağır’dan alıntıyla söylersek; Bizans İmparatorluğu döneminde Ermeniler, M.S. IV. ve XI. yüz yıllar arasında ağırlıklı olarak imparatorluğun doğu sınırında kuzeyde Aras Nehri’nden Yukarı Dicle Nehri’ne kadar Botan Çayı’nı da içine alan bölgede yerleşiktiler. XI. yüz yılın ortalarından itibaren yerleşim önce İç Anadolu’ya sonra da Kilikya bölgesine kaymıştı. Doğudaki krallıklar arasında en güçlüsü Aras Nehri ve Kars çevresinde bulunan Bagratlılar ile Van Gölü çevresinde hüküm süren Ardzruni krallıklarıydı.