Beçin; Milas Ovası’nın Tacı

Beçin, üç tarafı bereketli ovalarla çevrili minyatür bir platoda çağlar öncesinde tohumları atılmış bir yerleşimdir. Beçin Kalesi’nin surları muntazam yuvarlaklıktaki sarp tepe üzerine bir taç gibi oturur, platoya yayılmış şehre güven verir. Bu nedenle Menteşe Beyliği’nin, Milas’ın ardından burayı başkent olarak tercih etmesi pek de şaşırtıcı değildir.

Yazı ve Fotoğraf: İlker Turan

Milas’tan kalkan dolmuşa binerken hakkında üstünkörü birkaç şey okuduğum Beçin konusundaki beklentim pek de yüksek değildi. Köy meydanından inip sarp kayalıkların eteğinde başlayan kale yolunu tırmandım. Yol yumuşak bir meyille yükseldi ve yaptığı ilk dirsekte soluklanmak için durduğumda iç kalenin ürpertici zarafetiyle karşılaşıverdim. Milas ovasından 200 metre kadar yükselen dik tepe, arkasına şehre ev sahipliği yapan platoyu almış, sarı taşlardan mamul tacını giymişti. Kalenin girişi de burada, sur duvarları ve kulelerin baş döndürürcesine yükseldiği yerdeydi. Önyargılarımın daha platoya ulaşmadan dağılıp gitmesinden memnundum. Şehri gezdikçe anladım ki Bizans’ta “Petsonia”, Türk dönemlerinde “Barçın” ve “Peçin” olarak bilinen, buraya sıkça uğrayan Latinlerin “Pezona” dedikleri Beçin, bir ortaçağ sevdalısının ağzının suyunu akıtacak denli değerliydi.

Önceki medeniyetlerin yoğun izlerini taşımakla birlikte Beçin’i özel kılan niteliklerin başında Anadolu’ya gelişlerinin ardından iki asırdır adım adım Ege kıyılarına doğru ilerleyen Türklerin, şehircilik ve mimarlık konusunda geldiği seviyeyi neredeyse hiçbir yerde görülmediği kadar korunmuş kent dokusuyla ortaya koymasıydı. Roma, Selçuklu gücünün Moğol baskısıyla dağılmasıyla birlikte bereketli topraklarda özgürlük bulan Türkmen kitleleri, devletler kurarak Anadolu’yu antik sınırlarına göre paylaşmıştı. Menteşe Beyliği de küçük olmakla birlikte şimdiki Muğla’yı içine alan çok değerli Eski Karia’yı sahiplenmişti. Datça, Fethiye, Köyceğiz, Milet, Finike, Bodrum, Çine, Tavas, Bozöyük gibi 50 şehir, yüzlerce kale, on binlerce askere ve zaman zaman 200 kadırgaya ulaşan deniz gücüyle Menteşe Devleti bir dönem Beçin’den yönetildi. Osmanlıya tabi olana değin 150 yıl yaşadı ve sonra da diğer tüm Anadolu beylikleri gibi bu hanedanın demir yumruğu altına girerek silikleşti. Beçin şehri de devletiyle aynı kaderi paylaştı ama muhtemelen zamanla öylesine gözden ırak kaldı ki diğer beyliklerin ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin, Osmanlı İmparatorluğu eliyle uğradığı yıkımdan kurtulmayı bir şekilde başardı.

Beçin, şimdi bazıları çok eski bir tarihe tanık olan yaşlı ve yüce zeytin ağaçlarıyla dolu. Han, hamam, türbe, camii ve medreselerin duvarları kısmen de olsa ayakta. Kızılhan’ın kemerleri, Yelli Camisi’nin, Pantheon’u andıran eşsiz kubbesi son demlerini yaşıyor ve insan altında yürürken tedirgin olmadan edemiyor. Beçin Platosu’nun su kaynakları kurumuş değil ve ziyaretçilerini de ismi okunamayan mezarların başında dikili selvi ağaçlarını da sulamaya devam ediyor. Bir ortaçağ kenti olarak Beçin, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesinde yer alıyor.