Boğazın Bukağısı
Birkaç yıl önce Çanakkale Boğazı’na bir köprü yapılacak söylentisi yayıldı. Gülüp geçtik önce. Ama konu kısa zamanda ciddileşti. Köprü Lapseki’ye yapılacak deniyordu üstelik. Kimileri durumdan memnundu. Arazi fiyatları tavan yapmış, apartmanlar pıtrak gibi yükselmeye başlamıştı. Bu sırada kamulaştırmalar yapıldı. Fidanlık ve tarlalarını bir anda kaybedenler mahkemelere koşturdu…
Yazı ve Fotoğraf: İlker Turan
Kserkses’in Yanılgısı, Dardanel’in Bukağısı (1)
Büyük Kral Kserkses’in emri üzerine adamları denizi uzun sopalarla dövmeye koyuldu. Ateşte kor ettikleri demirleri acımasızca Hellespontos’un suyuna sokup çıkarıyorlardı. Bu esnada ona hakaretler yağdırmak en başta gelen görevleriydi. Şöyle haykırıyorlardı; “İstesen de istemesen de Efendimiz seni geçecek çünkü sen suları pis ve acı bir dereden başka bir şey değilsin!”(2)
Yine kralın cezası gereği boğazın her iki yanına bukağılar kuruldu. Sonrasında halatlar çekildi, gemiler dizildi, yollar düzüldü ve aylar süren çabanın ardından sayısız insan kalabalığı bir kıtadan diğerine yürüdü. Simsiyah zırhlara bürünmüş binlerce Ölümsüz marşlarıyla yeri göğü inletiyordu.(3)
Kserkses’in boş kibrinin üzerinden tamı tamına 2.500 yıl geçti. Büyük Kral umduğunu bulamamış, Avrupa seferi hezimetle sonuçlanmış, ordusunun artıklarıyla birlikte köprüyü geri yürümüştü.(4) Karşısına dikilen bir avuç özgür insan, kölelerden oluşan ordusunu yenmeyi başarmıştı. Böylece Kserkses’in yedi yüz kadar olduğu tahmin edilen geminin birbirine bağlanmasıyla oluşan çift sıralı boğaz köprüsü bir yıl geçmeden akıntıya kapılıp gitti. Pers yumruğu altında inleyen uluslar Kserkses’ten kurtulunca köprü için burulan devasa kenevir halatlardan parçalar keserek şehirlerine, köylerine götürdü ve tiranın nasıl rezil rüsva olduğunun nişanesi olarak sokaklarına ve tapınaklarına astı.
İşte Kserkses’in dövdürdüğü, işkence ettirdiği o denizin kıyısındaki Lapseki’de doğdum ben. Yol boylarına sıra sıra dizilmiş apartmanlar kasabayı istila etmezden önce bitmesini hiç istemediğim çocukluk yıllarıma eşsiz bir yuva olmuştu bu küçük kasaba. Yüzmeyi de çöp ve hafriyatla doldurulduğu için şimdi yerinde yeller esen kumsallarında öğrenmiştim. Aslında ne büyük bir nimetti o güzellikler. Elbette Türkiye’nin tüm kasaba ve şehirleri gibi Lapseki de o bilindik salgın hastalığa kapılmış, saflığını, benliğini ve pırıltısını yitirmeye başlamıştı.
Hâlbuki kadim bir yerleşimdi Lapseki. Epicurus, Anaxagoras, Anaximenes, Idomeneus, Polyaenus, Strato, Colotes, Batis ve daha pek çok önemli karaktere yuva olmuştu antik çağlarda. Her türden ürünüyle olduğu gibi insandan yana da bereketliydi. Eski adı Lampsakos’tu. Hemşehrilerine de “Lampsekene” deniyordu. Kendine has olmanın kanıtı olmalıydı bu tanımlama.