Eber Gölü; Sazlıkların Gölgesinde
Atıklar göle verildi, önce balıklar bitti. Kamış ve saz kesmeye başladılar. Göl iyice kirlenip kuruyunca kuşlar da bir daha görünmedi, kurbağalar da; kirazlar bile eskisi gibi değildi…
Yazı ve fotoğraf: Ufuk Sarışen
İnsanlar da göç yollarına düştü. Şimdi göl toparlanmaya, sazlıklar ve aileler geri dönmeye başladı. Artık bilinçliler. Yine kesim yapıyorlar, nefes alan kamışlardan ekolojik evler düşlüyorlar lakin göl artık var olma mücadelesi veriyor. Afyon’un Eber Gölü’nde balıklı günlerin özlemi hâlâ sürüyor. Emir Dağları’nın karlı zirvelerinden esen rüzgârın ıslığına, buza değen kazmanın tok sesi karışıyor. Çıplak elleriyle kavradığı kazmayı kayıktan uzanarak göl yüzeyindeki buza savuran Abdullah’ın işi daha yeni başlıyor. Önünde gölün ortasına kadar kırılacak iki kilometrelik bir buz tabakası var. Saatler sürecek bir uğraş sonucu “kopak” denilen adalardan birine ulaşacak.
Kopaklar kalınlaşan kamış köklerinin kıyıdan kurtulması ve rüzgârın etkisiyle de üzerinde toprak birikip yüzen adalara dönüşmeleriyle oluşuyor. Abdullah Turunç 40’lı yaşlarda; güneşin kavurduğu kararmış yüzü, siyah deri ceketi içine giydiği bağrı açık gömleğiyle ayazın ortasında çalışarak ısıtıyor kendini. Gerektiği kadar konuşanlardan. Afyon’un Çay ilçesinin Eber beldesindeki tüm inşaat işleri kendisinden soruluyor: “Kazmayı da küreği de iyi sallarım” diyor. Eskiden buzun üstünde yürüyerek gidermiş göle, ayağına geçirdiği tenekeden yapım kramponlarla. Testereyle buzu keser, turnasını, sazanını yakalar sonra da buz üstünde pişirirmiş. Daha sonra bunu geliştirmiş; at arabasıyla buzlu göl üstünde ilerlemiş. Gene balığını tutmuş, yemiş. Fazlasını da arabaya yükleyip götürürken buz kırılmış. Atı ve kendini kurtarmış ama araba hâlâ suyun altında. O günden sonra buz olsa da illa ki kayıkla giriyor göle, sonra da saatlerce buz kırıyor.
Yılmaz Evran da 60 küsur yaşına rağmen Abdullah kadar çevik. O da elinde kazma, buzla mücadele halinde. Kumaş pantolonunu sarı balıkçı çizmelerinin içine atmış, ceketinin önünü iliklemiş. Gitmeye çalıştıkları kopaktaki “dam” denilen kamıştan yapılmış ev kendisine ait. Abdullah’la beraber arada kazmayı bırakıp sac kayığı iki yana sallayarak etraftaki buzu kırıyorlar. Biraz kazma, biraz sallama, arada da pancar motoru çalıştırarak kaplumbağa hızıyla hareket ediyorlar. Uzunca, ucu çatallı sopasıyla kayığı kırılan buzda ilerletiyor Yılmaz Evran. Göle her gün gelip kamış kesiyor, kesmediği günlerde de yine gelip kopaktaki damında vakit geçiriyor. Yılmaz Evran’ın damı, gölün ortasındaki yüzen adada; yaklaşık dokuz metrekarelik bir kulübe. Her tarafı kamışla kaplanmış. İçinde halı, soba, minderler, kap kaçaktan oluşan eşyalar var. Gölün tam ortasındaki bu kulübe, etraftaki yerleşimden ve insanlardan uzakta, doğanın sesiyle baş başa.