Estonya; Suskun Güzel Tallinn

Baltıkların efsaneleri sessiz bir dille anlatılır Tallinn’de. Ortaçağı yaşatan festivalleri ve kendine özgü mimarisiyle anılır. Kuzeyin korunaklı ve renkli bir kentidir…

Yazı ve fotoğraf: Sinan Çakmak

Ülemiste’nin devi Tallinn’in hemen yanı başındaki büyük gölün kenarında sabırla bekliyor. Az değil, yüzyıllardır bu bekleyişi devam ediyor. Efsaneleri oldukça ciddiye alan Estonyalılar için asıl sorun da zaten bu bitmek bilmeyen bekleyişi. Onlar kentlerinin ne zaman, nasıl kurulduğu veya nasıl adlandırıldığını değil, Ülemiste’nin devini düşünüyorlar. Tedirginliklerinde de haklılar, efsaneye göre dev, Tallinn’in inşası tamamlandığında, son çivi çakıldığında Ülemiste Gölü’nü taşıracak ve bu nadide Baltık başkentini yok edecek. Onun amacı bu, Tallinnlinin tedirginliğinin sebebi de…

Efsaneleri oldukça ciddiye alan Estoyalıların bu tehlikeyi de göz ardı etmedikleri görülebiliyor; zira Tallinn tarihi boyunca hep inşa halinde olmuş. “Tallinn’in ilk önemli inşa süreci “Hansa Birliği’ne katılmasıyla başlamıştı” diye anlatıyor Estonya Enstitüsü’nden Tiina Randviir. “Hansa Birliği kuzeyin önemli liman kentlerinin kurduğu ticari bir ittifaktı. Tallinn ekonomik ve siyasi bir güce sahip bu ittifaka 13.yüzyılın sonunda alındı.” Ortaçağın Hansa kentleri arasında en iyi korunmuş olanı Tallinn 1997 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine dâhil edildi.

Doğuda Rusya, güneyde Letonya ile çevrelenen Estonya, batısını Baltık Denizi’ne, kuzeyini Finlandiya Körfezi’ne emanet etmiş bir ülke. Ülkenin başkenti Tallinn ülkenin en kuzeyine kurulmuş. Körfezin karşı kıyısı Porkkala ve Helsinki, yani bir şekilde tarihsel ve kültürel ortaklıkların kurulduğu Finlandiya. Baltık, İskandinav ve Rus komşuların izlerini Tallinn’de görmek mümkün. Sovyet döneminin işçi göçmenleri Ruslar ile alışveriş mekânı olarak Tallinn’i mesken tutan Finliler en az Tallinnliler kadar yoğunlukta. Danimarkalıların da kente adını vermekle övünüyor olmaları mümkün, zira Tallinn “Danimarkalı Kenti” anlamına geliyor.

“Astlanda’daki (Estland-Estonya) bir kent de Koluvan (Tallinn). Küçük, fakat kalesi ve surlarıyla önemli bir kente benziyor” notunu Arap coğrafyacı El-İdrisi 1154’te düşmüştü. El-İdrisi Tallinn’i haritasına yerleştiriyordu ama kentin resmi olarak keşfedilmesine, hatta kurulmasına neredeyse bir asır vardı. Eldeki en eski yazılı kaynak olarak kabul edilen Letonyalı Henrik’in notlarına göre Danimarka kralı II. Waldemar 1219 yılında bölgeye ulaşmıştı. Almanlarla karşılaşan Danimarkalılar zorlu bir savaş vermiş, gökten düşen kırmızı üzerine beyaz haçlı bayrağın ilhamıyla düşmanlarını alt edip aynı yere Tallinn şehrini kurmuş. Bu bayrak Danimarka’nın değişmeyen, hâlâ kullanımdaki dünyanın en eski bayrağı. Almanlar, yenilgilerinden dolayı mıdır bilinmez, kent için “Reval” adında diretse de Estonyalıların başkenti Tallinn olarak kalmış.

“Hansa kenti Tallinn” birliğin önemini kaybetmesiyle ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durmayı denedi. Bunda şansı oldukça yüksekti; sonuçta Finlandiya Körfezi’ni kontrol ediyor, deniz yoluyla batıdan gelen ve Rusya’ya veya diğer Baltık ülkelerine gidecek mallar burada toplanıyor, kısacası para Tallinn’de dönüyordu. Ta ki 1700–1710 arasında çok önemli iki olay Tallinn’in 15 yıl öncesine kadarki kaderini belirleyene kadar. Çarlık Rusyası 1703 yılında Neva Nehri’nin ağzına yeni bir şehir kurmaya başlamıştı. Bu birkaç senede kurulan ve Rusya’nın en önemli kenti oluveren St. Petersburg’tu. Artık bütün ticaret buraya kaymış, Tallinn eski önemini yitirmişti. Çar bununla da kalmamış 1710’da kentin kontrolünü İsveç’ten alarak “Mutlu İsveç Dönemi”ni kapamış, daha sonra Sovyet olarak değişecek Rus dönemi başlatmıştı.

Estonyalılar ve tabii ki Tallinliler, iki dünya savaşı arasında ilk kez bağımsızlığın tadına vardılar ancak bu dönem de uzun sürmedi. Stalin’in ültimatomuyla “kendileri başvurarak” Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne katılmayı tercih ettiler. Fazla direnmeden yönetimlerini devretmeleri ve dünya savaşlarından uzak kalmaları kentlerini yıkımdan korudu. Sovyetlerle birlikte hızlı bir endüstriyelleşme sürecine de girilmişti. Tabii Tallinn bu arada sur duvarlarının dışına çoktan taşmış, Rusya’dan on binlerce işçi Tallinn’e getirilmiş, sosyalist yapılar kent etrafında yeni bir sur oluşturmuştu bile. Bu Tallinn’in çehresini değiştiren, bu arada Ülemiste’nin devinin rahat uyumasını sağlayan, ikinci önemli yapılaşma dönemi olacaktı.

Estonya, Letonya ve Litvanya’dan mürekkep üç Baltık Devleti’nin 1991 yılında SSCB’den ayrılması sonrası Tallinn bu kez Avrupa Birliği’ne giren ülkenin başkenti durumuna geldi. Tallinn halkı içinde ülkelerinin katıldığı son birlik konusunda muhalif olanlar, seslerini yükseltenler az değil. “Sovyetler Birliği’nden yeni kurtulduk, şimdi yeni bir birliğe girmek neden?” diyen sadece ülkenin en büyük inşaat firmalarından birinde çalışan Tiit Aja değil. Avrupa standardına doğru yükselişe geçmiş fiyatlar ve vergiler, bu standartları takip edemeyen maaşlar, özellikle yaşlı emekli kesimi Sovyetler dönemini özleyecek duruma getirmiş. “Eskiden paramız vardı ama dükkânlar boştu, paramızı harcayabileceğimiz bir şey yoktu; artık dükkânlar dolu, paramız yok. Alamayacaklarımızla dolu dükkânlar insanlara daha ağır geliyor” diye anlatıyor Tiit Aja.

Bu şikâyetler Estonyalıları kent nüfusunda hatırı sayılır bir oran teşkil diğer halklardan ayırt eden en önemli özellikleri ağırbaşlılıklarına, içlerine kapalılıklarına, sessizliklerine oldukça ters. Az değil, Estonyalının sessizliği” hikâyelere konu edilmiş bir karakter yapısı. Efsaneye göre çocuk sağır ve dilsiz doğmuştur, en azından doğduğu köyde kimse onun konuştuğunu işitmemiştir. Orman işçisi babasıyla ağaç kesmeye giderler. İlk ağacı kestikleri ve ağaç düşüşe geçtiği sırada çocuk olanca gücüyle bağırır, “Dikkatt! Ağaç devriliyor!” Sevinç ve şaşkınlık içinde babası oğluna neden daha önce konuşmadığını sorar. “Şimdiye kadar bir şey söylememi gerektirecek bir şey olmamıştı ki” der oğlan. Anlaşılan “Sessiz Estonyalı” yine söylemeye değer bir söz buldu ki konuşuyor. Avrupa Birliği onu dinleyecek mi, işte orası meçhul.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından kapanan veya küçülen fabrikaların yarattığı açığı kapamaya turizm talip olmuş, Tallinn’i her yönüyle enerji saçan bir kent haline getirmiş. Pek çok bakımdan Prag dışında alternatif arayan İskandinav turistler ve devasa Cruise gemileriyle gelen emekli Amerikalılar Tallinn’in en kalabalık ziyaretçi kitlesi. Kuzey Avrupa’nın en iyi korunmuş eski kentine sahip olan Tallinn bu yönüyle Prag’la, kültürel etkinlikleri ve ilginç festivalleriyle de Baltıkların başkenti olarak görülen Riga’yla yarış halinde.

Eski Kent’te sağlam kalmış ortaçağ yapılarının yoğunluğu dikkat çekici. Çevresi fazla yüksek veya geniş olmayan, daha çok çizgi filmleri andıran surlarla çevrili; arnavutkaldırımı sokakları hiçbir zaman restorasyon gerektirmemiş ve gerektirmeyecekmiş gibi düzgün. Surların dar koridorlarının birinde, yükselen merdivenlerde ilerliyorum. Bir gözetleme kulesinden inip kenti ve düşmanların gelebileceği uçsuz bucaksız ormanlık düzlükleri, açık denizi başka bir açıdan gören bir diğerine tırmanıyorum. Son olarak arnavutkaldırımlı, daracık ara sokaklardan St. Olaviste Kilisesi’ne gidiyorum. Kilisenin 80 metrelik, inşa edildiği dönemde Baltıkların en yüksek kulesi olma özelliğine sahip tepesine ulaşıyorum. Bulunduğum noktada Eski Kent altımda, zamanın aristokratlarının, Alman ağalarının yaşadığı Toompea, “Kubbebaşı Tepesi” da yanı başımda duruyor.

Eski Kent, coğrafi bakımdan olduğu kadar kültürel ve siyasi bakımdan hâlâ Tallinn’in merkezi. “’Eski Kent Günleri”, festivali çoğunlukla olduğu gibi günler süren yağmurların ardından yapılıyor. Ruslar ve Ukraynalılar 2002 yılından itibaren festivale folklor kostümleriyle katılıyorlar. Her sene haziranın ilk haftasında düzenlenen festivalde ortaçağ geleneklerini hatırlamak, yaşamak ve kente hareket kazandırmak amaçlanıyor. Sur ve kule gezileri, folklor gösterilerinin yanında balta atma ve “en kısa sürede en çok birayı içip üzerine 360 derece dönen geleneksel Estonya salıncağına binme” gibi yarışmalar, saraydan kız kaçırma gibi oyunlar eski kentin her tarafına yayılıyor. Yorulanların yapması gereken ortaçağ yemek ve içkileri veren Olde Hansa Hanı’nda önceki biralarını sindirmek için ballı-bira içip acıkmışlarsa ayı rostosu siparişi vermek.

Tallinn eski kent merkezi dışında da pek çok gezi olanağı sunuyor. Kentin hemen dışındaki Pirita kumsalı şaşırtıcı derecede ılık deniziyle, Piritaya çok uzak olmayan 300 metre yükseklikteki televizyon kulesi Finlandiya’ya kadar uzanan manzarasıyla, kışın ziyaret edenler için crosscountry kayak parkurlarıyla seçenek bol. Ziyaret edilmesi gereken yerlerin başında Tallinn Açık Hava (Etnografya) müzesi geliyor. Ülkenin farklı yerlerinden getirilmiş yapılar Estonya kültürünün dar fiziksel sınırlar içinde ne kadar çeşitlenebildiğinin güzel bir kanıtı. Evlerin yapılış biçimleri sadece kıyı bölgeleri evleri ve iç bölge evleri olarak değil, kıyıdan kıyıya, adadan adaya ciddi farklılıklar gösteriyor.

Tallinn, Riga’ya da kültürel çıkışlarıyla meydan okuyor. Sadece düzenlenen festivaller değil, özellikle klasik müzik alanında yetiştirilen başarılı müzisyenler Tallinn’in adının duyulmasını sağlıyor. Neeme Järvi ve iki oğlu dünya çapında çok başarılı orkestra şefleri, Arvo Pärt ise herhalde şu an dünyada en heyecanla takip edilen klasik müzik bestecisi.

Tallinn’in Helsinki’ye yakınlığı deniz aşırı komşu halkı buraya çekiyor. Finliler için Estonya bir alışveriş cenneti. Özellikle kasalarla ucuz biraları yüklenmiş Finliler, Estonyalıların çok da gurur duymadığı klasik bir Tallinn görüntüsünü oluşturuyorlar. Yine de Finliler kentin eğlence kaynağı pozisyonundalar. Rekabet ve çekişmeyi anlamlı hale getiriyorlar; kimin daha çok Viking veya İskandinav olduğu üzerine bitmeyen, tabii bu arada iki ülkenin de coğrafi olarak İskandinavya’ya bağlı olmadığının göz ardı edildiği, tartışmalara bayılıyorlar. Buna bir de iki ülkenin milli marşının aynı olduğunu eklersek listeyi kaba hatlarıyla tamamlamış oluruz. Konuştuğum bir Finliyle laf arasında bu yıl Helsinki’de düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonası’nda tekerlekli iskemle yarışı dışında hiç madalya alamadıklarından bahis ettiğimde, “Önemli değil Andrus Värnik (Estonyalı ciritçi) altın madalya alarak bizim milli marşımızı çaldırdı zaten” yanıtını verdi.

Endüstriyelleşmeyle kente getirilen Rusların çoğu için Tallinn artık kendi evleri. Kent nüfusunun da yarıya yakın kısmını oluşturuyorlar. Estonyalıların sessizliği Rusların tez canlı ve şen, yüksek sesli, abartılı hareketleriyle birleştiğinde kentte çoğunluğa sahip olanların Ruslar olduğu izlenimine kapılmak mümkün. Bu yüzden sokaklarda Rusça sanki anadilmiş gibi sıklıkla duyuluyor. Buna rağmen günlük yaşamlarında iş edinebilmeleri için Estonca öğrenme zorunluluğu pek çoğunun ağrına gidiyor. Özellikle hayatları boyunca Estonca’ya gereksinim duymadan fabrikalarında işlerine gidip gelmiş yaşlı nüfus için bu büyük bir sorun. Pek çoğu Estonya vatandaşı bile olmadıkları ve pasaport alabilmeleri için Estonca öğrenmeleri gerektiği için yurt dışına, Rusya’ya gidemiyor, sosyal sigortadan yoksun kalıyor.

Kentin yüzü gün geçtikçe değişiyor, Eski Kent dışında tamamen modern bir yapılaşma bölgeye ağırlığını koyuyor. Kent artık yapılamasının üçüncü aşamasını yaşıyor, Tallinn’in sadece bir Avrupa değil, İskandinav yerleşimi olduğu düşüncesi bu inşa evresinde önemle vurgulanıyor. Eski Kent etrafındaki binaların çehreleri hızla değişiyor, “sosyalist realist” binalara cam giydiriliyor, “Stalinizm”in klasisist yapıları iyice allanıp pullanıyor, yıkılan her yapının yerine Amerikan usulü, ama tabii ki İskandinav dizaynı alışveriş merkezleri ve “süper modern” konutlar dikiliyor.

Tallinn’in üçüncü inşa dönemi bu hızla devam edecek olursa büyük bir tehlike kapıyı çalacak demektir. Kısa sürede inşaat yapılacak yer kalmayacak, Ülemiste’nin devi uzun bekleyişinin sonuna geldiğini görerek gölü taşıracak ve Tallinn’i yok edecek. Sessiz Estonyalı’nın tehlikeyi görüp uyarılarda bulunmasını beklemekten başka yapacak bir şey yok. O da herhalde konuşmaya değer bir şey gördüğünde sözünü söyleyecektir. Yoksa Kuzey Avrupa’nın en iyi korunmuş kenti Ülemiste’nin devinin ellerinde kaderini arayacak.