İmroz’un Yıldızı

Yıldızkoy’un önceki ismi Kardamos. Hemen solundaki batı sırtlarında hikâyesi Helenistik döneme uzanan bir kalenin kalıntıları yükseliyor. Kalenin güneybatı eteklerinde ise Gökçeada’ya, en eski ismiyle İmroz’a çağlar boyunca liman olmuş kadim bir yerleşim kurulu.

Yazı ve Fotoğraf: İlker Turan

Kollarını tüm deli rüzgârları toplamak ister gibi Poyraz’a açmış, derin mi derin kuraklığıyla sapsarı gülümsüyor Yıldızkoy. Yanaklarında birikmiş bin yılların esintisi eşsiz mimiklere dönüşmüş. Yılın birkaç günü dışında dinmek bilmeyen dalgalar kıyılarında patlıyor ve rüzgâra nispet ederek kendine şaşırtıcı yontular biçiyor. Ama bu iki hırçın kardeşin ulaşamadığı pek çok kuytuluk ve havuzcuk var taştan taşa sekip sahilden uzaklaşanlara. Avuç içi rahatlığındaki bu oyuklardan birine sessizce ilişince mavi ve sarıdan ibaret bir zaman dışılığın içine düşüveriyorsunuz. Tam da bu anlarda, ürkek yengeçlerin telaşını izlemeye kaptırmışken çok uzaklardan ve anlamadığınız bir dilde bazı sesler duyarsanız şaşırmayın; neşeli bir balıkçı türküsü, sahildeki şapelin tok duvarlarından sızan koyu bir ilahi, iki sevgilinin tutku oyunlarından taşan gülüşmeler ya da vatanından sürülüp koparılan İmrozluların yanık iç çekişlerinden biridir bu sadece.

 

Yıldızkoy’un önceki ismi Kardamos. Hemen solundaki batı sırtlarında hikâyesi Helenistik döneme uzanan bir kalenin kalıntıları yükseliyor. Kalenin güneybatı eteklerinde ise Gökçeada’ya, en eski ismiyle İmroz’a çağlar boyunca liman olmuş kadim bir yerleşim kurulu. Eski ismi Kastro olan bu yerleşime günümüzde Kaleköy deniyor. Kale hem Kaleköy limanı hem de Yıldızkoy’a hâkim ve gün batımlarında tutuşmuş gibi kızıla bürünüyor. Yıldızkoy’un doğusunda, yarım saatlik bir yürüyüş mesafesinde ise iki nadide koy bulunmakta. Tek bir ağacın bile hayata tutunamadığı, top top dikenleri kendine halı etmiş bu sert coğrafya kampçılar ya da günübirlikçilere pek cazip gelmese de tekne turlarının uğrak noktalarından. Yine de bu civarda, diken denizi içinde uzaktan görülebilsinler ve sahipleri belli olsun diye fosforik renklere boyanmış koyunlar ve duvar düzlüğündeki uçurumlarda seken çılgın keçiler haricinde bir memeli ile karşılaşmadan uzun saatler geçirmek çok olası.

Ulaşılan ilk koyun adı Yıldız’dan daha geniş olan Mavikoy. İkincisi ise ancak yüzerek ya da tehlikeyi göze alıp her adımda tedirgin olacağınız kadar dik bir çarşak akıntısından inerek varılan Yeşilkoy. Sahili sadece kırk adım çeken bu küçücük koyun zümrütsü rengi biraz da ürpertici kayaçlarla çevrildiği için olsa gerek göz alıyor. Mavi ve Yeşilkoy aynı Yıldızkoy gibi sualtı milli parkı sınırları içinde kaldığı için su üstünden daha canlı bir dünya sunabiliyor. Yıldızkoy, bahsi geçen tüm bu değerlerle çevrilmiş olmasının yanı sıra adının hakkını vermeyi de biliyor. Buradaki kampinge ya da deniz kıyılarına çadır atanlar yıldızlarla bezenmiş geceler altında uyuma şansını yakalıyor.