Marzena Diakun ile “Şefin Bir Günü”

İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası, “Polonya Haftası” etkinlikleri kapsamında 13 Ekim’de Aya İrini’de seçkin bir konsere ev sahipliği yaptı. Dünyaca ünlü genç şef Marzena Diakun’un yönetiminde gerçekleşen konserde yine dünyaca ünlü İdil Biret sahne aldı. Şefin bir günü, Aya İrini’nin muhteşem atmosferinde geçti.  

Yazı: Mehmet Sait Taşkıran/ Fotoğraf: Umut Kaçar

Aya İrini’nin yer aldığı Topkapı Sarayı’nın girişinde kalabalıktan uzak, yaşlı ağaçların arasında birazdan başlayacak konser provası öncesi zaman geçiriyorum. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası sanatçıları enstrümanlarıyla birlikte birer birer gelmeye başlıyorlar. Hem müze hem de konser salonu olarak kullanılan ihtişamlı Aya İrini Kilisesi’nin önünde prova öncesi soluklanıyorlar.

Müzisyenlerin arasında akşamki konseri yönetecek olan Marzena Diakun’u görüyorum. Günümüzün yaşayan en önemli kadın şefi olarak bilinen Marzena Diakun, müzisyenlerle sohbet ettikten sonra sarayın bahçesinde, yaşlı ağaçların arasında yürüyor. İçinde bulunduğu ruh halinden, birazdan başlayacak prova ve akşamki konser öncesi sanatsal bir motivasyonun içine girdiğini, ruhunu sağalttığını anlayabiliyorum.

Tüm müzisyenler geldikten sonra onlarla birlikte Marzena Diakun, Aya İrini’nin bir zamanlar rahiplerin, din adamalarının mihraba geçmek için kullandıkları şimdi ise sahne kısmına açılan kapıdan girip prova için yerlerini alıyorlar. Enstrümanlarıyla hazır bekleyen müzisyenlerin arasından şef kürsüsüne geçen Marzena Diakun ile prova başlıyor. Genç şefin direktifleriyle müzisyenler provadan çok konser havasında soluksuz bir şekilde önlerinde duran notaları izliyorlar. Daha prova sırasında bile Marzena Diakun’un sanatsal kabiliyeti, yeteneği hareketlerinden ve orkestraya hâkimiyetinden anlaşılıyor.

1981 yılında Polonya’nın Koszalin kentinde doğan sanatçı Marzena Diakun, Mikko Franck’ı 2015/16 sezonunda Paris’te düzenlediği Orchester Philharmonique de Radio France ile konserler vermesinden sonra hızla uluslararası alanda beğeni topladı. Bu konserlerden bazıları France Musique ve Medici.tv tarafından yayınlandı. Çek Cumhuriyeti’ndeki prestijli 59. Prag Bahar Yarışması’nda Çek Cumhuriyeti Şefliği Uluslararası Ödülü’nü aldı ve Polonya’daki 9. Fitelberg Uluslararası İşaret Yarışması’nda (2012) ikinci oldu. Ayrıca 4. Uluslararası Lutoslawski Şefliği Yarışması (2006) için finalist oldu. Diakun, “Kreatywni Wrocławia” ödülüne layık görüldü ve 2015 yılında “Wrocław Müzik Ödülü”ne aday gösterildi. 2013 yılında “Yılın Sanatçısı” seçildi. 2016 yılı boyunca “Polityka Passport” klasik müzikte en iyi sanatçı ödülünün sahibi oldu. Genç yaşına rağmen gösterdiği başarıları saymakla bitmeyen Marzena Diakun, hemen her yıl Türkiye’de konserler veriyor.

Yaklaşık üç saat süren prova sonrası Marzena Diakun ile sahnede sohbet ediyoruz. Söz evvela kadın şef olarak tanınıyor oluşundan açılıyor. Bu durumun kendisine fazladan bir sorumluluk yüklemediğini sanatçı olarak sanatını icra ettiğini söyleyen Marzena Diakun yine de bu konuya dair fikirlerini dile getiriyor.

“Yirmi yıl öncesine kadar hiç kadın şef yoktu ve kadın olarak şef eğitimine başlamak ve eğitim görmek bile çok zordu. Bazı profesörler sınıflarında kadınların olmasını istemezlerdi. Ancak sonrasında yavaş yavaş bu durum değişmeye başladı. Şimdi ise birçok kadın şef eğitim alabiliyor ve şef olabiliyor. Aslına bakarsanız bu sadece orkestra şefliği için değil hukuk, tıp gibi pek çok alan için de geçerli. Bu bizim tarihimizle ilgili biraz da. 19. yüzyılda kadınlar evdeydi ve çocuklara bakmak dışında toplumda bir işlevleri yoktu. Kadın hareketinin yükselişiyle beraber oy kullanma hakkı, toplumda daha fazla söz sahibi olma ve eğitim alanına dâhil olma durumları arttı. Bazı insanlar önyargıyla kadın şef için zayıf, iyi olmaz gibi yorumlarda bulunabilirler. Ancak ben profesyonelim ve işimi yaparken asla bunları düşünmem. Sadece müziğe ve müzisyenlere odaklanırım. Hangi cinsten olursam olayım ben orkestra şefiyim. Önemli olan da yalnızca budur; orkestrayla müzik yapabilmek.”

Sohbet sırasında arada bir içinde bulunduğumuz Aya İrini’nin duvarlarına, kubbelerine, sütunlarına gözlerimiz kayıyor ister istemez. Sonra konu müzik ve mekân birlikteliğine geliyor. Türkiye’de birçok kentte ve salonda orkestra yöneten Marzena Diakun, Aya İrini’de vereceği ilk konseri olması sebebiyle mekânın kendisinde uyandırdığı heyecanı gizlemiyor.

“Daha önce burada bulunmamıştım. İlk defa burada konser veriyorum. Elbette tarihini biliyorum, Aya İrini benim için muazzam bir deneyim. Polonya’da en eski yapı birkaç yüz yıllık bir geçmişe sahiptir. Burası yanılmıyorsam 1600 yaşında. Böyle bir tarihe sahip olmak bir ayrıcalık. Mekânın akustiği için diyebilirim ki prova yaptığımız yeri düşünürseniz, burası fantastik bir konser alanı. Ancak şunu söylemeliyim ki prova yaptığımız yerle burası arasında bu derece fark olması ve ince ayarlar yapmak için yalnızca 2-3 saatimizin olması birçok problemi de beraberinde getiriyor. Her şeyi baştan aşağı değiştirmek zorunda kalabiliyorsunuz. Yine de her şeye rağmen burada olmaktan çok mutluyum.”

Çok sayıda ülkede konser veren, orkestra yöneten ve Türkiye’deki salonları orkestraları, müzisyenleri de iyi tanıyan Marzena Diakun, İstanbul’daki sanatsal olanaklarla ilgili önemli tespitlerde bulunuyor.

“Burada, İstanbul’da çalışmayı çok seviyorum fakat sevmediğim şeyler de var; örneğin çok iyi bir orkestra ve çok iyi çalan yüksek potansiyelli müzisyenler var. Ancak olanakları çok iyi değil; kendilerine ait bir konser alanları yok. Bizim, orkestraya ait prova yaptığımız yer de sıkıntılı. Akustiği iyi değil, kendimizi duyamıyoruz ve o kadar insan için yeterli alan da yok. Küçük bir mekânda çok fazla ses olduğunda duyma yetinizi yitirirsiniz. Böyle büyük bir orkestranın çalışması gereken ideal koşullarda çalışmıyorlar. Bunun onlar için hiç iyi bir durum olmadığını söyleyebilirim. Bursa’da ve Ankara’da orkestralar provalarını yapabilecekleri çok iyi konser alanlarına sahipler. Ancak İstanbul’da böyle iyi bir orkestranın, böyle bir potansiyelin bu şartlarda olması akıl alır gibi değil.”

Önemli tespitleri sonrasında konu akşamki konserin verilmesine vesile olan Polonya Haftası Etkinlikleri’ne, Polonya ve Türkiye halkları arasındaki ilişkiye geliyor. İstanbul’da doğası ve kültürel renkliliğiyle bilinen Polonezköy’ün geçmişi 18. yüzyıla kadar gidiyor. 1775 yılında Polonya devleti, Avusturya-Rusya ve Prusya tarafından bölünerek işgal edilmiş, Polonya’nın parçalanmasını kabul etmeyen Osmanlı İmparatorluğu şimdiki Polonezköy alanını Polonyalı siyasi göçmenlerin sığınağı haline getirmişti. Osmanlı İmparatorluğu, 1856 yılında Kırım Savaşı’na girerken Polonya’dan kaçan asker ve siviller toparlayıp birlikte savaşa katılmışlardı.
Savaş sonrasında Sultan Abdülmecit şimdiki Polonezköy’ün bulunduğu topraklara yerleşim izni vermişti. Önceleri Osmanlılarca Adamköy olarak anılan bu Polonya köyü, daha sonra “Polonez Karyesi” adını almıştı. Burada yaşayan mültecilere 1894’te vatandaşlık belgesi verilmiş ve 1923 yılında köye Polonezköy adı verilerek etnik bir kimlik kazandırılmıştı. Bütün bu tarihsel ilişkinin farkında olan Diakun için bugünkü konser bu anlamda başka bir değer taşıyordu.

Konu bu sefer konserde icra edilecek eserlere geliyor. Konserde ünlü müzisyen İdil Biret’le birlikte “Frederic Chopin: Fa Minör Piyano Konçertosu” ve sonrasında Polonyalı besteci Mieczyslaw Karlowicz’in “Yeniden Doğuş Senfonisi Op.7” eseri icra edilecek. Chopin’in ve İdil Biret’in kim olduğunu biliyoruz. Marzena Diakun kendisi gibi Polonyalı olan Mieczyslaw Karlowicz hakkında bilgilerini paylaşıyor.

“Mieczyslaw Karlowicz, 20 yüzyılın bestekârlarından. Ne yazık ki genç yaşta kışın bir dağ tırmanışında düşerek ölmüştür. Bu geceki senfoni yeniden doğuş hakkında. Beste ruhumuzun yeniden doğuşuyla ilgili. Ayrıca aşkın bizi nasıl mutlu ve mutsuz ettiğinden, karşılıksız aşkın nasıl bir acıya dönüştüğünden bahsedilir ve sonunda her insanın ruhunun yeniden doğması gerektiğinden. Eser hem aşktan, mutluluktan ve hüzünden kurulmuştur denebilir. Bu yazdığı ilk büyük senfonidir. Bunun dışında hayatını kaybetmeden önce 5-6 senfoni daha yazar. Eserleri hala genç; orkestrasyonun henüz tam olarak gelişmediği ve Wagner’den, Strauss’tan esinlenmelerin görüldüğü hala kendi sesini arayan duyguların olduğu genç bir besteciydi.”

Sohbetten sonra Marzena Diakun konsere hazırlanmak için sahneden ayrılıyor. Konser saati yaklaştıkça Aya İrini Kilisesi’nin önündeki kalabalık giderek artıyor. Güneş batarken saray kompleksini gezen son turistlerin dışında kilisenin alanında konseri bekleyenler kalıyor. Kısa süre sonra ihtişamlı kilisenin salon kısmına yerleştirilen sandalyelerin hepsi doluyor. Hınca hınç dolan kilisenin atmosferi ayinlerin, duaların yapıldığı günleri hatırlatıyor. Yavaş yavaş sahnedeki yerlerini alan müzisyenlerden sonra sahneye İdil Biret ve şef kıyafeti içinde Marzena Diakun çıkıyor.

Chopin’in “Fa Minör Piyano Konçertosu” İdil Biret ve Marzena Diakun’un müzisyenlerle birlikte muhteşem uyumuyla devam ederken izleyiciler kendilerinden geçiyorlar. İdil Biret konçerto sonrası sahneden ayrılıyor ve Mieczyslaw Karlowicz’in “Yeniden Doğuş Senfonisi Op.7” başlıyor. Genç bestecinin eserini yönetirken Marzena Diakun bütün hünerlerini sergiliyor. Aya İrini’nin muhteşem atmosferi içinde ruhlarımız adeta yeniden doğuyor…