Memleket Oteli “Madımak”


Ihlamurlar açtığında hazirandan geçiliyordur.
Hazirandan geçmek zor.
Eğer ıhlamur ağaçlarıyla donatılmış bir semtte yaşıyorsanız daha da zor!
Yazı: İbrahim Baştuğ / Fotoğraflar: Mehmet Özer, Mehtap Yücel
Bir haziran ayı daha son günlerine doğru baygınlaşan ıhlamur kokusuna teslim oluyor. Havadaki nemle birleştikçe ağırlaşan ıhlamur kokusuna kenti kuşatan betonlaşmanın sera etkisi de eklenince sıcaklık başka bir boyut kazanıyor. Haziranda yaşamak zor! En azından çeyrek asırdır böyle bu. Biliyorsun ki temmuz geliyor. Haziranın son haftası çeyrek asırdır olduğu gibi birçok kentte Sivas anması için hazırlıklarla geçiyor…
Çeyrek asırdır yanıtı verilmeyen bir soru var: Türkiye mi büyük, Sivas mı? Sivas mı büyük, Madımak mı?
2 Temmuz 1993 gecesi Sivas’ta bir otel saatler süren kuşatmanın ardından ateşe verildiğinde Fransa’dan yardım teklifi gelmişti! Madımak Sivas’tan da Türkiye’den de büyük mü(ydü) yoksa?
O tarihte doğanlar şimdi 24 yaşında. O gün ne olduğunu kısaca anımsatmakta yarar var; malum Wikipedia’ya da erişim engeli kondu-ne zaman kalkacağı belli değil!
Pir Sultan Abdal Şenlikleri (1-4 Temmuz 1993)için çeşitli kentlerden davetli yazar, sanatçı ve halkoyunu ekibi üyeleri Sivas’taydı.
Olaylar 2 Temmuz günü cuma namazından çıkan cemaatin “Sivas laiklere mezar olacak” benzeri sloganlarla etkinliklerin yapıldığı kültür merkezine yürütülmesiyle başladı. Kalabalıktan bir grup, yeni dikilen “Halk Ozanları” heykeline saldırıp boynuna halat geçirerek yerde sürükledi. Valilik binası önünde toplanmalar başladı. Sivas Valiliği’nin İçişleri Bakanlığı’na gönderdiği rapora göre, kitlenin sayısı akşam saat 18:00’de otelin önünde yaklaşık 15 bin kişiye ulaşmıştı. Otel önündeki araçlar ve sürüklenip getirilen heykel ateşe verilmiş, otelin camları kırılmıştı. Yaklaşık iki saat sonra ise otel de ateşe verildi. Kalabalık bu sayıya ulaşana kadar hiçbir aşamada dağıtılmadı! Çevre illerden istenen takviye ise zamanında gelmedi. Artık çok geçti. Oteli kuşatan kalabalığın sloganları arasında “Lan yakın” sözleri haber ajanslarının kamerasına yansımıştı; otel ateşe verilince de bir kişinin “Cehennem ateşi işte!” dediği duyuluyordu.
İkisi otel görevlisi 34 kişi otelde hayatını kaybetti. Bir hafta yoğun bakımda kaldıktan sonra 9 Temmuz’da yaşam mücadelesini kaybeden Metin Altıok’la birlikte sayı 35’e yükseldi.
Olayların bu boyuta gelmesinde güvenlik zafiyeti ya da kitleyi yönlendirenlerin örgütlü olup olmadığı araştırılmadı. “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” diyen, henüz bir haftalık başbakan Tansu Çiller’in bu sözü “gaf” olarak nitelendiyse de “devlet”in algısının da itirafıydı. “Suçlu” ilk andan başlayarak zaman aşımına uğratılan hukuki süreç boyunca otelin dışında değil, içinde arandı. Yangından kurtulanlar arasındaki etkinlik konuklarından Aziz Nesin’in “tahrik unsuru” olduğu savcılığın iddianamesine bile girdi!
Dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in algısı da aşağı yukarı aynıydı: “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş. Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır. Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır.”

Fotoğraf: Mehtap Yücel
“Suçlu”nun ilanı ise dönemin İçişleri bakanı Mehmet Gazioğlu’ya düştü: “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir.”
Devletin bu refleksi, yargı sürecini de belirledi. Çeşitli mahkemelerde başlatılan soruşturmalar Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne (DGM) gönderildi. “Görevsizlik” kararı veren DGM, dosyayı Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay yetkinin DGM’de olduğuna karar vererek dosyayı geri gönderdi.
Ankara 1 No’lu DGM’ye sunulan iddianamede olayların nedeni“şenliklere katılanlar” olarak gösterildi; Aziz Nesin’in konuşması “eylemin hazırlayıcı sebepleri” arasında sayıldı.
İddianameden birkaç cümle: “Hele hele Aziz Nesin’in İslam Dini’ne karşı tutum ve davranışları ve açıklamaları, kapalı bir salonda düzenlenen toplantıda terör örgütü militanları için saygı duruşunda bulunulması, eylemin hazırlayıcı nedenleri arasında sayılabilir.”
DGM Başsavcısı Nusret Demiral dava sürerken “Olayda örgüt yok, tahrik var” açıklaması yaptı. Görülen davanın karar metninde de rastlantıya bakın ki benzer bir yaklaşım vardı: “Sivas olaylarının devlete ve laik düzene yönelik olmadığı, Aziz Nesin’in Şeytan Ayetleri kitabını yayınlamasına duyulan öfke, kin ve nefretin oluşturduğu tahrik sonucu ve Aziz Nesin’e yönelik bir eylem olduğu, kast edilen Aziz Nesin olmasına rağmen hedefte sapma sonucu 37 masum insanın ölümü ile sonuçlanan bu olayların” vs. vs. vs.
Yerel basının ve kimin dağıttığı belli olmayan bildirilerin etkisinden hiç söz edilmiyordu. Oysa katliamdan iki gün önce Sivas’ta dağıtılan bir bildiride Aziz Nesin o sırada başyazarı olduğu Aydınlık gazetesinde yayımlanan Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabından dolayı hedef gösterilmiş, “Şehirde adeta Müslümanlarla alay edercesine gezebilmektedir” denmişti.
Kararla birlikte 22 sanık hakkında 15’er yıl; 3 sanık hakkında 10’ar yıl; 54 sanık hakkında 3’er yıl; 6 sanık hakkında 2’şer yıl hapis cezası, 37 sanık hakkında da beraat verildi. Ancak bu karar temyiz edildi. Uzun süren hukuk süreci 2001’de sonuçlandı. Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin onadığı karar uyarınca Cumhuriyete karşı örgütlü kalkışma girişiminde bulunan sanıklardan 33’ü ölüm cezası aldı; dördü 20 yıl; biri 15 yıl hapis cezasına çarptırıldıysa da temyizler, müdahil avukatların talepleri yıllarca sürdü. Sivas Katliamı davası 20 yılın ardından zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı.
Katliamda yakınlarını kaybedenlerin aileleri başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve partiler “insanlık suçlarında zaman aşımının kaldırılmasını” talep ettiyse de karşılık bulmadı.
Mahkeme Başkanı “İnsanlık suçunda zaman aşımı olmaz ama bu suçu işleyenler kamu görevlisi değil sivil oldukları için davanın düşmesine karar verilmiştir” dedi.

Fotoğraf: Mehmet Özer
Karar üzerine dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Milletimiz için, ülkemiz için hayırlı olsun. Yıllar yılı içerde olan vatandaş, içlerinde kaçak olanlar vardı” dedi. “İdam kalktığı için 33 kişi ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm oldu. Bunlar hep gözden kaçıyor. Hedef saptırılıyor.” biçiminde yorumladı. Erdoğan, Sivas davasında “mağdur”ların otelin içinde değil dışındakiler olduğunu ima ediyordu: “Sivas’a birçok gidişimde babalarının haksız yere, herhangi bir taksiratı olmadığı halde idama mahkûm olduğu için ağlayan 15, 18, 19 yaşında kızlar var. Bunları göz ardı etmek suretiyle tek tarafa siyasi bir servis yapmayı doğru bulmuyorum. Gidip Ankara Adalet Sarayı’nın önünde gösteri yapmak suretiyle belli bir ideolojinin borazanlığını yapmanın doğru olduğuna inanmıyorum.”
Sivas davası avukatlarından CHP Ankara Milletvekili Şenal Sarıhan’ın basına yansıyan görüşleri de gösteriyor ki Madımak yangınının üstü örtüldü, adalet yerini bulmadı: “Bu olayın arkasındaki örgütlerin bulunmamış olması ve hiçbir zanlı hakkında gerekli aramanın yapılmamış oluşu bizi sadece olaydan sonra yakalanan insanlarla sınırlı bir davanın peşinde bıraktı. Bugün bu olayı yaratan örgütler bulunabilmiş değildir. Bu olayı yönlendirenler, tahrik edenler bulunmuş değildir. Bu nedenle tamamlanmamış bir dava ile karşı karşıyayız.”
O gece, o otelin yeşil halıfleks kaplı merdiveninde, çaresizlik içinde otururken görüntülenmiş üç şair vardır. Arkada Metin Altıok ve Uğur Kaynar; önde Behçet Aysan. Altıok’un sağ elinde kırık saplı bir fırça, sol elindeyse hiç eksik olmayan sigarası, şaşkın. Kaynar’ın yanından ayırmadığı meşin çantası kucağında. Sağ kolunu dirseğinden başlayarak çantaya yatırmış, sol dirseği dizinde, sol eli sakalında, kaygılı. Aysan ise kısa bir sopa parçasını kavrayan sol avcunun üstüne sağ avcunu da koymuş, dalgın. Önünde bir yangın tüpü. (Sivas’ı konu alan bir filmde Uğur Kaynar’ın yerine nedense Hasret Gültekin oturtuldu!) Bu fotoğraf, ondaki çaresizlik Madımak’ın Türkiye’den büyük olduğunu göstermez mi?
Metin Altıok, Edip Cansever’in “Oteller Kenti” şiirine gönderme yaptığı “Memleket Oteli” adlı şiirinde şöyle diyor: “Adını ne koyarsan koy,/ Oteller de değişti./ Bir kenti kullanmanın/ Unutuldu tüm inceliği”(Alaturka Şiirler, s. 50, Varlık Yayınları, İstanbul 1992)
Unutuldu mu Kurtuluş Savaşı’nı taçlandıran Cumhuriyet rejimine giden yolun köşe taşlarının en önemlilerinden birinin Sivas’ta döşendiği; Sivas Lisesi öğretmeni Ahmet Kutsi Tecer’in 1931 Kasım’ında “Halk Şairleri Bayramı”yla bize Âşık Veysel’i armağan ettiği; Şifaiye, Buruciye, Çifte Minare medreselerinin bilgeliği?
Sivas Madımak’a sığar mı?
Unutuldu mu kızlı erkekli çekilen bir nice halayın inceliği.
Madımak Oteli, Madımak Halayı’nı geçer mi?
Bir temmuz ayı daha göğü saran yangın kokusuna teslim oluyor.
Türkiye Sivas’a, Sivas Madımak’a teslim mi oluyor?
Bu soru çeyrek asırdır yanıtını arıyor. Türkiye Madımak’ı geçmek istemiyor mu? Oteller değişir. Ya adalet!