Tatavla Karnavalı

Beş asırdır coşkuyla kutlanan karnavalda sizden maskeler takıp kostümler giyerek kendiniz gibi değil bir başkası gibi davranmanız bekleniyor. Kalabalık içinde kaybolup kendi benliğinizi yok etmeniz ve özgürlüğün tadını çıkarmanız…Tatavla Karnavalı’na katılan kostümlü gruplar bir deyimin de ortaya çıkmasına sebep oldu; kostümlü gruplara “Maskara Alayı” dendi ve “Apukurya Maskarası” deyimi doğdu.

Yazı: Yusuf Erkan / Fotoğraf: Umut Kaçar

500 yıl boyunca coşkuyla kutlanan karnaval yüzyıllarca sürdükten sonra 1941’de 30 kişilik bir grubun Kurtuluş’taki Limoya Bahçesi’nde kadeh tokuşturarak ve artık eskisi gibi olmayacak karnavala hüzünle veda etmesiyle perdesini kapatmıştı. Malum olaylarla Rumların Tatavla’yı terk etmeleri, yaşanan iç göç, gelenlerin kendi kültürlerini yaşaması; Tatavla Karnavalı’nın buruk bir anı olarak cemaatin kendi içinde kapalı küçük gruplar halinde sürdürmesine yol açmıştı.

Madam Despina’da 2 Mart 2009’da küçük bir grup karnavala kaldığı yerden tekrar merhaba dedi ve o günden bu yana her yıl katılımcıları artarak devam etti. Karnavalın tekrar merhaba demesinde Kurtuluşlu Hüseyin Irmak, Yunanistan’dan Türkiye’ye eğitimini devam ettirmek için gelen Marina Drymalitou ve Yunanistanlı akademisyen Haris Rigas’ın çabaları rol oynamıştı.

Hüseyin Irmak’a karnavalı tekrar canlandırma düşüncesini sordum, “Ben “Yaşadığım Kurtuluş” isimli bir kitap yazmıştım. Kitabın hazırlıkları sırasında karnavalın varlığını öğrendim” dedi. “Kitap çıkınca eski Kurtuluşlular beni aramaya başladılar. ‘Toplanmayı karnaval gününe denk getirelim’ düşüncesinden çıktı karnaval. İlk toplanmayı, kiliseyi de dâhil edip Madam Despina’da yaptık.”

Yıldan yıla artan katılımcı sayısına kavuşan karnavalın son yıllardaki en görkemli kutlaması 2011’de Kurtuluş Spor Kulübü’nde oldu. Baruthane’de toplanan 250 kişilik grup Bozkurt Sokak’tan yürüyüp Son Durak’taki kulübe ulaştı. İstanbul’un göbeğinde cadılar, maskeliler, külhanbeyleri, korsanlar ve bin bir çeşit kostüme bürünenler etraflarından geçen arabalara aldırmayarak rebetiko ve hasapiko müziği yapan bir grubun ardında şenlikli bir şekilde bazen durarak bazen yürüyerek kaynana zırıltıları arasında ilerledi. Hasapikoya omuz verenler patlayan flaşların aydınlattığı ortamda kurtlarını döktü. Oyunun bitiminde alkışlar ve “Oleeyyy!” sesleri sokakları inletti.

Katılımcılar Kurtuluş Spor Kulübü’nde yerlerini aldıktan sonra “Hoş geldiniz” ve “İyi eğlenceler” anonsu Türkçe ve Rumca yapıldı. Kostümlü karnavalda Rum mezeleri yendi. İçeceklerini alanlar masalara oturdular. Ayakta kalanlar bir yandan içkilerini yudumlarken bir yandan karnavalla özdeşleşmiş laternanın müziğine eşlik ettiler. Tatavla Keyfi, Kafe Aman İstanbul ve cemaat gruplarının müzikleri ve danslarla kostümlü karnaval gece yarılarına kadar devam etti.

Kaynaklara bakılırsa karnavalın kökeni antik Roma’daki “Satürn Bayramı”na dayanıyor. O dönemlerde bu bayramlar zenginler ve ünlüler ile asla zengin ve ünlü olamayacaklar arasındaki gerilimi azaltmaya yarayan bir işleve sahipti. Karnaval toplumun büyük bir kısmının hayal kırıklıklarına bir kaçış noktası gibiydi. Zira Romalı kölelerin sayısı Romalı yöneticilerin sayısından fazlaydı ve karnaval, kölelerin matematiksel hesaplar yapmaktan ve kontrolü ele geçirmeye çalışmaktan alıkoyuyordu. Kitlelerin düzen içerisinde ve mutlu kalmalarını sağlamak için tasarlanmıştı. Ya da en azından büyük sürünün öyle hissetmesi için. Roma’da kutlanan Satürn Bayramı, Tanrı Dionysos’un istekleri doğrultusunda yönetiliyordu. Dionysos aynı zamanda baharın, tiyatronun, maskelerin ve törenlerin de tanrısıydı. Karnaval zamanı sizden olduğunuz gibi değil, maskeler takarak, kostümler giyerek başka birisi gibi davranmanız ya da kalabalık içinde kaybolarak kendi benliğinizi yok etmeniz bekleniyordu. Ve özgürlüğün tadını çıkarmanız. Hıristiyanlık, Roma’da resmi din haline gelince “Satürn Bayramı” karnavala dönüştürüldü. Kilise karnaval adetlerini yasaklamaya çalıştı ama toplum içindeki yüksek popülaritesi nedeniyle karnaval ritüellerini Hıristiyanlıkla birleştirme yolunu seçti. Ortodoks Hıristiyanlıkta karnaval gittikçe kurumlaşarak “Büyük Perhiz” olarak bilinen ve Paskalya ile biten kırk günlük ağır oruçtan önceki tek eğlence fırsatına dönüştü. “Büyük perhiz başlıyor, ne halt edecekseniz edin” anlayışı gereği karnaval perhiz öncesi toplumun gazını alan bir işleve büründü. Karnaval, Venedik’le sıkı ilişkiler içersinde olan İyon Denizi’nden Ege adalarına sıçradı. Kanuni zamanında Sakız, Girit gibi Ege adalarından devşirilen Rum tersane işçileri beraberinde kültürlerini ve karnaval geleneğini de İstanbul’a getirdiler. İstanbul Rumları arasında yaygın olan karnaval eğlencelerine Galata’da, Pera’da rastlanmakla birlikte, karnaval deyince İstanbul’da akla gelen ilk yer Tatavla oldu.

Apoyevmatini’nin sahibi Mikail Vasiliadis apukuryanın gazinoda yapılan bir eğlence olmadığını, esas özelliğinin önceden hazırlanmış mizansen ve kostümleriyle çeşitli grupların Tatavla’ya gelerek güzergâh boyunca teatral yürüyüşler sergilemek olduğunun altını çiziyordu. “Karnaval gündüz başka, akşam saatlerinde başka ve gece başka renklerde ve karakterdedir. Gündüz mazbut aileler yemek yiyerek ve içerek, çocuklar uçurtma uçurarak karnavalı kutlarlar. Akşam saatlerinde karnavalın rengi değişir; aileler evlere çekilir. ‘Amazonlar Geçidi’ adı verilen kahverengi kadifeden kısa şortlar, yüksek topuklu ayakkabılar ve denizci şapkaları giyen Abanoz Sokağı’nın fahişelerinin geçidi büyük ilgi görür. Osmanlılar zamanında Abdülhamit’in hüküm sürdüğü dönemlerde böyle bir kıyafetin rahatça giyiliyor olması şaşırtıcıdır. Fahişeler, satıcıları tarafından çekilen atlarıyla Akarca Yokuşu’ndan yukarıya çıkarken halk pencere ve balkonlara yığılırmış. Gece ise karnaval orta halliden ayak takımına giden hayırsız uğursuz takımının katıldığı bir şenlik durumuna gelir.”

Halk karnavalı bu şekilde kutlarken toplumun üst tabakası Pera’daki geniş salonlarda yapılan balolarla karnavalı kutluyordu. Görkemli balolara Zarifisler, Zografoslar gibi bankerler, Zampas gibi büyük aileler, padişah adına mabeyinciler, paşalar, farklı ülkelerin büyükelçileri, kısacası İstanbul’da kalburüstü kim varsa katılıyordu. Balolardaki kıyafetler ve kostümler oldukça pahalıydı. Vasiliadis bize Madam Eleni Zarifi’nin karnaval kıyafetini gösteriyor. “Bu Madam Eleni Zarifi’nin yurtdışında yapılmış madam dö komprador elbisesi. Fotoğraf 1916’da çekilmiş. Bu elbise kaça mal olmuş biliyor musunuz? O dönemde bir aile reisinin beş altı aylık maaşıdır.”

Balolar ile halkın kutladığı karnaval arasında bir benzerlik olmamasına rağmen ikisi de aynı nedenden yani apukurya nedeniyle yapılıyordu. Agos yazarı Kurtuluşlu Bercuhi Berberyan halk ağzında yerleşen “baklahoran” kelimesinin Rumlarla ilgisi olmadığını söylüyordu. “Bana göre Rumlar kesinlikle ‘apukurya’ diyorlardı karnavala. Ki onun aslı ‘Apu Kria’dır, yani ‘soğuktan çıkış’ anlamında. Biz Ermeniler, Pagyal Horan’ı ‘Baklahoran’ yapmıştık, onlarda ‘Apu Kria’yı ‘Apukurya’ yapmışlardı.”

Karnavalın diğer bir boyutu da 1941’den sonra “Ev Karnavalı” diyebileceğimiz, cemaatin kendi içinde kapalı küçük gruplar halinde sürdürdüğü kutlamalardı. Bir ev karnavalına tanıklık etmek kısmet oldu. Dostları “Eleni’nin Partisi” adını vermişlerdi karnavala. Eleni beni kapıda karşıladı. O eşini yeni kaybetmiş yaslı bir dulu oynuyordu ve tepeden tırnağa simsiyah giyinmişti. Viking kostümlü Yanni’nin plastik sopasını kafama yedikten sonra salonda yerimi aldım. Açık büfeye içkiler ve mezeler sıralanmıştı. Kendine “Su perisi” diyen Maria hatlarını belli eden mavi tülden tunik benzeri bir kıyafet giymişti. Dansları ve konuşmaları izlerken “Bir su perisi böyle oluyor herhalde” diyordum. Sünnet elbisesi giyen tonton Yanni sünnet elbisesini bazen yukarı kaldırıp indiriyordu. Pipisi hizasına “Müessesemiz on gün sonra faaliyete geçecektir” yazan hınzır bir tabela asmıştı. Bonus kafalı üçüncü Yanni’nin eşi Samira Kızılderili kıyafeti giymişti ve bir Kızılderili olgunluğundaydı. Kırmızı kedi kostümlü Anna, yeşil maskeli Sophie, bana hasapiko öğreten sade giyimli Katerina diğer katılımcılardı. İlerleyen saatlerde hasapiko ile omuz omuza horaya giriştik ama figürlerim yüzlerde tebessümlere yol açtı.

Karnavalın geliştikçe kişilerden çıkıp kurumlara mal olması ve kurumsal olarak yapılması çabaları sonuç verdi ve 2012’de Ayios Dimitrios Vakfı önderliğinde kutlamalar yapıldı. Hüseyin Irmak karnavalın birden bire patlamasını istemiyordu, “Yavaş yavaş nüfus ederek, adım adım genişlesin” görüşündeydi. “İnsanlar alışsın, görünür hale gelsin ki organik bir akış olsun.”

Bizde değer çokluğundan mıdır nedir Tatavla Karnavalı’nın da değeri anlaşılabilmiş değildi. Rio ve Venedik gibi dünyanın önemli karnavalları nasıl turist çekiyorsa Tatavla Karnavalı da öyle turist çekebilir ve dünyanın gözde kenti İstanbul bu noktada da turizmi yakalayabilirdi. “Karnaval, Kurtuluş’un karnavalı gibi görünüyorsa da Şişli’nin ve aslında İstanbul’un karnavalı. İstanbul’a gelen turistleri karnavala yönlendirmek, tanıtımını yapmak, İstanbul’un bu noktada da turizmi yakalamasını sağlamak pekala olabilir bir şey. Çünkü hem siyasi ortam hem de sosyal ortam 1941’lerdeki gibi değil, farklı artık.”

Ta Pagan dönemlerden bu yana kuralları, tabuları yıkmak amacında olan, bireyin kendine dayatılan kurallara isyanı niteliğindeki karnaval; pekala, kısır gündemleri ve anlayışları aşarak İstanbul’un ve dolayısıyla Türkiye’nin gündemine gelebilirdi. Katılımcıları farklı ülkelerden gelen karnaval yine farklı ülkelerden gelen turistleri de ağırlayabilirdi. Hıdırellez’i, Newroz’u birlikte kutladığımız gibi, karnavalı da Anadolu kültürünün bir parçası olduğu bilinciyle kutlarsak; birbirimizi anlayabilir, kaynaşabilir, duyabilir ve öteki olma hallerini ortadan kaldırarak aynı kültürel potada eriyebilirdik.