Ürdün; Çöl Güzeli


Ürdün tersyüz edilmiş bir coğrafya! Dağlara çıkmıyor; vadilere iniyorsunuz. Yapıların mimarisine değil; “oyukların” mühendisliğine takılıyorsunuz… Göllerinde batamıyor, çamuruyla temizleniyorsunuz. Deniz seviyesine ise tırmanıyorsunuz!
Yazı ve Fotoğraf: Sinan Çakmak
Dilime değdirdiğim tuz o kadar yoğun ki, canım yanıyor, kısa süreli bir panik yaşıyorum. Rehberimiz ise gülüyor. “Boşuna Ölüdeniz dememişler, bu gölde hiçbir canlı yaşayamıyor”. Bizim Lut adıyla bildiğimiz, dünyanın en derin noktasında (-400 metre) yer alan göl, dünyanın belki en tuzlu suyuna sahip. Gölün her derde deva olduğunu anlatırken bir kaç km ilerideki tesisleri gösteriyor. Son on yılda, özellikle İsrail ile ilişkiler normale oturduğundan beri, çok sayıda lüks otel ve spa tesisi kurulmuş. Başta sedef olmak üzere cilt hastalıklarına şifa bulmak için Ortadoğu ve Avrupa ülkelerinden çok sayıda turist buraya geliyor.
Tabii manen temizlenmeye veya aydınlanmaya gelen de çok. Ne de olsa Ürdün, Kral II. Abdullah Hz. Muhammed soyundan geldiği gerekçesiyle, resmi olarak bir Haşimi Krallığı. Üç semavi dinin peygamberi için de bu topraklar inançlarını yayacakları yolun çıkış kapısı olmuş. Hz. Musa’nın mezarı Ölüdeniz ve İsrail’e hâkim bir tepede bulunuyor. Hz. İsa, Ürdün Nehri’nde vaftiz edilmiş. Hz. Muhammet zaten kral olmuş…
Din turizmi Ürdün’ün önemli gelir kapılarından biri olmaya aday. Akabe’ye başlayan Türk Havayolları seferleri de bunların göstergelerinden bir tanesi. Ülkenin kendi sundukları bir yana Hac ve Umre için Mekke’ye olan ulaşım olanakları bakımından Akabe kendi başına yeterince cazip.
Akabe Körfezi, Sina yarımadasını Arabistan yarımadasından ayıran Kızıldeniz’in kuzeydoğu ucunu oluşturuyor. Vadilerin böldüğü sonsuz düzlüklerden sonra burası dört ülkenin kıyısının bulunduğu sıkışık bir körfez. Kent merkezinden batıya baktığınızda İsrail’in Eilat kenti hemen karşınızda yer alıyor. Az ilerisinde Mısır tarafında oteller seçiliyor. Doğuya döndüğünüzde ise Kızıldeniz boyunca uzanan Suudi Arabistan’ın yüksek olmasa da sarp tepeleri var. Bu kayalık kıyının 12 kilometresini 1965’te Kral Hüseyin Suudi Arabistan’dan 6000 kilometrekarelik çöl coğrafyası karşılığında almış. “Kader” diyor bindiğimiz tur teknesinin kaptanı: “Bizim kıyımız 26 km’ye çıkmış oldu ama Arabistan verdiğimiz toprak parçasında petrol buldu!”
Ortadoğu’da hiç petrolü olmayan bir Arap ülkesi Ürdün. Yardım kuruluşlarıyla çalışan İslam, Amman’ın kitapçı/kafeteryalarından birindeki sohbetimizde bunun çok da kötü olmadığından bahsediyor. İslam, son derece modern bir kadın. Ülkenin çok gelişmiş eğitim sistemini anlatıyor. Ülke bütçesinin % 20.5’i eğitime ayrılmış. Bu rakam Türkiye’de çok daha az durumda. Dolayısıyla Arap ülkelerinden Ürdün’e eğitim için gelen ciddi bir genç nüfus ve bunun doğurduğu bir ekonomi var. “Ama en çok bu mekânı seviyorum” diyor İslam. “Gay kafesi olduğu için kimse bana karışmıyor”. Kafeteryaya beraber geldiğim fotoğrafçı arkadaşla göz göze geliyoruz bir an!
Boz bir coğrafyada, sabah güneşi altında, yine vadiye inen bir yolda yürüyorum. Yol indikçe vadi dikleşmeye, etrafımı sarmaya başlıyor. Önümde kıvrılıyor, tepemdeki güneşi kesiyor. Üstü açık, ama çok derin bir tünel burası. Verdiğim nefesin sesi pürüzsüz duvarda yankılanıyor. Neden sonra kayaların arasında güneşin vurduğu işlenmiş bir kaya görür gibi oluyorum. Dolambaçlı yol önümde çözülüyor, karşımda dev sütunlarıyla, heykelleriyle El Hazne (Al Khazneh) / Hazine’nin önüne düşüyorum. Karşısındakini küçülten dev bir yapı, daha doğrusu kayalara kazınmış bir “oyu” bu! İ.Ö 1. yüzyılda Nebati kralı için yapılan bu görkemli mezarın daha sonra bir manastır olarak kullanıldığı düşünülüyor. Burası bir tür kavşak noktası. İlerleyen saatlerde ise mahşer meydanına dönüşecek, turistlerden geçilmeyecek. Yolun devamı kocaman bir amfi tiyatroya ve pek çok başka dev mezara gidiyor. Küçük bir patika ise tepelere doğru kıvrılıyor. Bu patika diğerlerine kıyasla küçük ama konum olarak daha etkileyici mezarlara götürüyor beni. Bir anda 150-200 metre kadar yükseliyorum. Tüm Petra ayaklarımın altına seriliyor. Aşağıda hükmedilmeyi bekleyen kalabalığı izliyorum!
1985 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine dâhil edilen Petra, Ürdün’ün en önemli turist destinasyonu. 2000-2007 arasında ses getiren dünyanın yeni yedi harikasını seçme kampanyasında öne çıkan ve seçilen yerlerden biri olması gelen turist sayısını iyice arttırmış. Petra, Ürdün’de işsizlik oranının neredeyse sıfır olduğu bir yere dönüşmüş. Tabii bir yandan bu aşırı yoğunluk Petra’ya zarar vermeye de başlamış. İ.Ö. 16. yüzyıldan beri yerleşim olduğu tahmin edilen Petra’nın tarihi hakkında en iyi fikri, sırasıyla, erken dönem Nebatilerin kendi tarzlarında yaptıkları mezar ve tapınaklar, Mısır ve Yunan kültüründen etkilenerek yaptıkları sütunlu mezarlar ve son olarak Roma imparatorluğunun en görkemli eserlerinden etkilenerek yapılmış Hazine ve Manastır yapıları veriyor. Roma döneminde ticaret için deniz yollarının kara yollarına tercih edilmesiyle Petra hızlı bir çöküş yaşamış. Petra’nın öne çıktığı son tarihi olay ise Arabistanlı Lawrence’ın küçük bir grup Arap gücü ve yerli Bedevi halkının desteğiyle sayıca oldukça üstün olan Türk ve Alman ordusunu bölgeden sürmesiyle olmuş.
Arabistanlı Lawrence’ın adının daha çok anıldığı yer ise Akabe’nin 60 km doğusundaki Vadi Ram (“Wadi Rum” diye geçiyor İngilizcesi). Arap isyanı sürecinde defalarca buradan geçmiş, sonrasında hakkındaki büyük prodüksiyonlu Hollywood filminin önemli sahnelerine fon olmuş. Düzlükte açılan vadilere alışmışken yükselen kumtaşı ve granit kayalıklarla karşılaşmak oldukça şaşırtıcı ve etkileyici. Esasında burası da jeolojik olarak bir vadi. Ancak o kadar aşınmış olmalı ki kalan az miktarda yükselti görkemli tepelere dönüşmüş. Burası Ürdün’ün doğa sporları merkezi sayılıyor. 4X4’ler için farklı zorluk derecelerinde rotaları, trekkingçiler için çöl yürüyüşü, kaya tırmanışçıları için sayısız duvar var. Konaklamak için ise Bedevi çadırlarından oluşturulmuş kampingler bulunuyor.
Ürdün’de her iş kolay başlıyor. Antik kentler son derece etkileyici, Amman kozmopolit, insanlar misafirperver ve güler yüzlü. Ülke sanki sizi bırakmak istemiyor, dönmemeniz için size yokuş yapıyor. Tepelere vuruyorum kendimi. Çöl kumu ayakkabılarıma doluyor, kumtaşı ellerimi zımparalıyor. Ama Vadi Ram’ın alâmetifarikasını, gün batımını, yakalıyorum. Güneşin kızılı çölün kumuna karışıyor, batıyor. Tepeden aşağıya salıyorum kendimi.