Zarif Kent Brugge


Günümüzde şehir merkezinin Kuzey Denizi kıyısında bulunmamasına rağmen, kent denize yakınlığı nedeniyle hâlâ bir liman kenti olarak anılıyor. Şehrin içindeki kanallar günümüzde ulaşım maksadıyla kullanılmakta olup, turistik geziler de düzenleniyor.
Yazı ve Fotoğraf: Alaattin Timur
Eylül ayında bir hafta süren bir Amsterdam gezisi gerçekleştirdik. “Mümkün olduğunca çok yer gezelim, buralara bir daha ne zaman geliriz” düşüncesiyle de Amsterdam civarında günübirlik gidebileceğimiz birkaç gezi planladık. Bunlardan birisi de Belçika’nın Brugge kenti oldu. Brugge, Amsterdam’a yaklaşık üç saat mesafede. Tren yolu ile gitmeyi düşündüysek de ufak bir araştırma ile araç kiralamanın çok daha ekonomik olduğunu gördük. Hareket kabiliyeti açısından da daha avantajlı oldu bizim için. Sabah 06.00’da yola çıktık ve kahvaltıda Brugge’deydik.
Şehri kuşatan ana kanal üzerindeki Kruispoort kapısından içeri girdiğimiz anda masalsı bir şehirde olduğumuzu hissettik. Brugge, zarif bir kent merkezi, taş evleri, küçük taş köprüleri ve dar sokaklarıyla ortaçağ atmosferini iliklerimize kadar hissettirdi. 11. yüzyılda Avrupa’nın ticaret merkezi olan Brugge’ün, seller ve coğrafi değişiklikler yüzünden denizle bağlantısı bir iki kanal dışında kesilmişti. Günümüzde şehir merkezinin Kuzey Denizi kıyısında bulunmamasına rağmen, kent denize yakınlığı nedeniyle hâlâ bir liman kenti olarak anılıyor. Şehrin içindeki kanallar günümüzde ulaşım maksadıyla kullanılmakta olup, bunlarda turistik geziler de düzenleniyor. Brugge, Avrupa’nın günümüze kadar gelebilmiş önemli ortaçağ kentlerinden biri. Kentin, ortaçağdaki boyutlarının dışına hiç taşmamış olması ilgi çekici. XII. yüzyıl malikânelerinin arasından dolaşan pırıl pırıl kanalları ve çiçek pazarlarıyla gerçek bir âşıklar kenti.
Sınırlı vaktimiz olduğunu düşünerek hızlı bir kahvaltı yaparak kentin dar sokaklarında ve kanal boyunca bir yürüyüş yaptık. Kentin ana meydanı Grote Markt’ta soluklandık ve kuşbakışı bir kent manzarası görebilmek için Belfry Çan Kulesi’ne çıktık. Manzara harika olsa da çan kulesine güvenlik için takılmış mazgalların geniş bir şehir fotoğrafına izin vermemesi bir hayal kırıklığı yarattı. Öğle yemeğini yine meydanda yedikten sonra çikolata kokulu şehirde yürüyüşümüze devam ettik, kokular bizi neredeyse adım başı olan çikolata dükkânlarına doğru sürükledi. Kendimizi bu kokulardan zorlukla kurtararak bir kanal gezisi için tekneye atladık. Tekne turu boyunca hayranlıkla şehri izledik ve iner inmez çeşit çeşit Brugge biralarıyla yorgunluğumuzu attık. Bir maraton tadında gerçekleşen gezinin sonunda tekrar Brugge’e ne zaman geliriz diye konuşmaya başladık. Küçük ama bir güne sığmayacak kadar dolu bu şehirden ayrılırken tadının damağımızda kaldığını hissettik.