Şanlıurfa; Mağara Yaşamı
En eski devirlerde insana kucak açan mağaralar, Şanlıurfa’da hayatın barınağı olmaya devam ediyor. Urfalılar için mağaralar uygarlıktır, kültürdür, efsanedir, kutsal mekânlardır…
Yazı: Faik Bulut / Fotoğraf: Umut Kaçar
Urfa’ya yolculuk aynı zamanda her karış toprağı kültür ve medeniyet kokan bir diyara yolculuktur. Yaşar Kemal yıllar önceki bir gezisinde izlenimini şöyle dile getirmişti: “Urfa’da taş, toprak, bulut, kale, mağara, her şey efsaneye girmiş. Urfa mucizeler şehri.” Bu kez, sadece efsane ve tarihe konu olan değil, aynı zamanda kentin öteki yüzüne, gizli kültürüne, göze çarpmayan yaşamın kaynağı olan mağaralara ışık tutmak için yöredeyiz. Yöreyle ilgili araştırmalar yapan Urfalı gazeteci Misbah Hicri, konuya daha geniş açıdan yaklaşıyor: “Her ne kadar mağara aslında zor koşulların, bilgisizlik ve cahilliğin simgesi olarak görülmekteyse de, medeniyetleri bugüne taşıyan, bizi geçmişimizle yüzleştiren tarihi mekanlar olmasından ötürü büyük önem arz eder. Antik çağdaki Hurrilerin adı Sümerce ‘dağlılar’, Babilce ‘mağaralılar’ anlamında gelirdi. Bu kavim bölgemizdeki mağaraları kullandığına göre mağarada yaşamak veya dağlı olmaktan üzülmemiz gerektiğine inanmıyorum. Mağaralar geçmişimiz, insanlığın sesi, tarihin adıdır. Mağaralar olmasaydı Hz. İbrahim’in yaşam efsanesi nasıl güzelleşirdi? Hz. Eyüp’ün çektiği çileler, onu böylesine abideleştirir miydi? Kırkmağara semtindeki kaya mezarlarda bulunan mozaikler, mağara duvarlarındaki yazıtlar, Soğmatar’daki paganizm hakkında bilgimiz olabilir miydi?”
Urfalılar efsaneyle yetinmeyecek kadar gerçekçidirler. Bu nedenle mağaraları gereksinimlerini karşılamak amacıyla da kullanırlar. Viranşehir’e doğru kale üzerinde bir köy olan Eskikale, diğer ismiyle Çemdin Kale 50 haneden oluşuyor. Köyün 20 hanesi ise mağara ev halinde. Höyüğü andıran bir yapıya sahip Eskikale köyündeki mağaralara tepeden aşağı doğru inen oyuklardan giriliyor. Ev işleri daha çok mağara dışında yapılıyor ve mağara sakinleri günün çoğunu dışarıda geçiriyor. Urfa merkezde besi hayvanlarının yaşadıkları irili ufaklı onlarca mağarada dolaşıyoruz. Yüz ila beş bin hayvan alabilecek kapasitede yapılmışlar. Esasında taş ocakları misali yerin altı oyulmuş; taşlar kesilip biçilmiş, modern tekniklerle gerekli hafriyat yapılmış. Boyu 3-11 metreye varan baca delikleri oyularak “fenni ahır” özelliği kazandırılmış mağaralara. Şehrin güneyinden başlayıp Eyyübiye semtinin kıraçlarına uzanan; oradan Top Dağı, Kalkanderesi, Kalaboyu, Kırkmağara, Yakubiye, Dedeosmanve Mance Deresi, Büyükyol, Tılfındır Tepesi ve Şehitlik yörelerini içine alan geniş alanda onlarca mağara ve kaya mezarına rastlamak mümkün. Mance Deresi ve Dedeosman Mahallesi’ndeki mağaralar, kadim Hıristiyanlar tarafından ibadethane ve barınak(çilehane) olarak kullanılıyormuş. 1980’lerde yapılan kazılarda mezarlar, mozaikler ve heykeller bulunmuş.
Muhabbet evi, yazlık, sıra gecesi gibi eğlenme ağırlıklı kültür amaçlı kullanılanlardan Kanlı Mağara, Berkafe, Delikli Mağara, Sarı Mağara, Savuğ Mağara, Dalmaca en tanınanlardır. Kentin en lüks oteli El Reha’nın modernize edilmiş iki mağarasında sıra geceleri düzenleniyor.; otantik yemekler sunuluyor. Harran Üniversitesi’ne ait olan mağara ise modernize edilerek konukevi işlevi görüyor. Her ikisi soğutma sistemlerinin olmadığı eski zamanlarda “karlık” (karların depolandığı bir çeşit buzhane) olarak kullanılıyormuş. Eski gelenek ve göreneklerin yaşatıldığı, folklorik mekan işlevi de görüyor mağaralar. Kendi aralarında cemaat oluşturan mensupların birbirleriyle mütenasip ortak değer yargıları vardı. Mesela rintler ile zahitler ayrı ayrı cemaatlerden oluşurlardı. Rintlerde genelde genç yaştakiler, zahitlerde her yaştakiler bir araya gelirlerdi. Zahitler âleminde dini musikiyle tasavvufi raks ve gösteriler gelenek halinde olmakla beraber belirli zamanlarda zikir icra edilir, dini sohbetler yapılırdı. Mağara, bağ, bahçe (halk dilinde “âlem” denilirdi) şenliklerinde, rintler daha çok dinsel olmayan(aşk ve meşk) şarkıları ile âlem yaparlardı.