Adalet Yürüyüşü ve CHP

Adalet bu ülkeden CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklandığı gün gitmedi. Bir günde de gelmeyecek, CHP de bir yürüyüşle bambaşka bir CHP olmadı, bunun için Adalet Yürüyüşü’nden kat kat uzun ve meşakkatli yolları aşmaya ihtiyacı var. Fakat nihayet adaletin ülkeyi terk ettiğini fark etti. Ana muhalefet partisi olduğunu fark etti, sokağı fark etti, eylemi fark etti, potansiyelini fark etti. İnsandan insana geçen, kalabalıklaştıkça artan o “heyecan”ı fark etti.

Yazı: Bülent Kale / Fotoğraflar: NarPhotos

“Ankara’dan partim gelmiş, evde bir bayram havası”: Eminim, Adalet Yürüyüşü’ne –özellikle son iki gününe- katılan tüm CHP’liler İstanbul’da bu havayı hissetmişlerdir. Gidenler gidemeyenlere “Sen de orada olmalıydın” diyorlardır. Hiç tanımadıkları ya da yıllar var ki tatmadıkları insandan insana, hayattan insana, sokaktan insana geçen bambaşka bir “heyecan” mutlaka onlara da değmiştir. Biliyorum, orada yalnız CHP yoktu, diyenler olacak ama en çok CHP vardı ve Yürüyüş’ün sahibi CHP’ydi; en çok “heyecan”lanan onlardı.

Ankara’da Güven Park’tan başlayıp 24 gün sonra İstanbul’da Maltepe’deki büyük mitingle sona eren bu Yürüyüş’ün Cumartesi günü hep birlikte yürünen son etabına ben de Tuzla İçmeler’deki kamp yerinden katıldım. Sabah 5.30 gibi ulaştığım kamp yerinde sabahın ve kalabalık evlerin o bildik hali vardı. Hala uyuyanlar, hala uyumayanlar, hala uyanamayanlar ve her daim hazır olan çay. Bir çay aldım, güneşin hareketini kestirdim ve önce çayla, sonra güneşle ısınmayı hesaplayarak yürüyüş saatine kadar dinlenmek için o büyük sabah telaşesinin bir yerine mevzilendim.

Sabah 9’da kamptan yürüyüşe başlayanların sayısı 4-5 bin civarıyken 20 kilometrelik yürüyüşün sonunda öğleden sonra saat 16.30 gibi Dragos’taki kamp yerine vardığımızda bu sayı yüz binlere ulaşmıştı. Sabah sloganlar (aslında hep aynı slogan: “Hak Hukuk Adalet”) çok cılız çok dağınık söylenirken, öğleden sonra coşkuyla, bir ağızdan söylenmeye, hatta yer yer çeşitlenmeye başlamıştı. Kalabalık arttıkça bir biçim almış, sesini ve rengini kazanmıştı.

Bunun nasıl olduğunu ben içeriden bilemedim ama hissettim: O sıcakta insanların “serin” olduğunu gördüm. Adımları kararlı, sesleri net, duruşları sağlam olmuştu. Nereden gelip nereye gittiklerinden emindiler. Birileri kendiliğinden bir slogan başlatıyor, diğerleri ona katılıyor ve bir anda seslerini büyütebiliyorlardı. Şakalaşıyor, gülüyor, birlikte şarkılar söylüyorlardı. Bir rüzgâr, o sıcak öğle sonu yürüyen insanların kulağına durmadan “Biz varız, buradayız, yalnız değiliz” diye fısıldıyordu. İnsanlar inanıyorlardı.

Biraz geç kalınmamış mıydı? Yaş ortalaması biraz yüksek değil miydi? Gençler neredeydi? Şehirleri yıkılan, insanları katledilen, milletvekilleri cezaevlerine atılan Kürtlerden kimse bahsetmeyecek miydi? Ülkenin bu duruma gelmesinde CHP’nin de payı yok muydu? Bir özeleştiride bulunmayacak mıydı? Her şey biraz muğlâk değil miydi? Kimden ne için adalet istediğini de somut taleplerle söylemek gerekmez miydi? İnsanlar partinin ilerisinde gibi gelmedi mi size de?

Yürüyüş sorularla doluydu ve yürüyüşün en güzel yanlarından biri de buydu. Bazı sorular hayatın, eylemin içinden doğar ve kendini dayatır, ancak onları yanıtlayarak ilerleyebilirsiniz. Bunlar en doğru zamanda sorulmuş en hakiki sorulardır. Elbette, yürüyüşün her anında ve her yerinde olan CHP bu soruların kat kat fazlasını çok daha detaylı halleriyle görmüş ve üzerine kafa yormuştur. Bundan sonrasında da mutlaka bu doğru sorulara doğru yanıtlar vererek ilerleyecektir.

“Sen kendini burada mı kaybettin ki, burada arıyorsun?” diye sorar Âzem arkadaşı Cemil’e, Yılmaz Güney’in Arkadaş filminde. CHP için de sorulabilir aynı soru: Adalet’i sokakta mı kaybetti ki sokakta arıyor CHP? Kısmen evet. CHP’nin, dolayısıyla Türkiye’nin adaleti kaybettiği yerlerden biri de sokaklardır. Sol hareketler, LGBT hareketi ve Kürt hareketi cebren ve hileyle sokaktan süpürüldüler ama CHP zaten neredeyse hiç sokakta değildi ve göz göre göre kaybettiği pek çok şey gibi bu hakkından da epeydir feragat etmişti. Bu yürüyüş CHP’ye eylemlilik ve örgütlülük üzerine de çok şeyler söyleyecek, çok şeyler katacak gibi görünüyor.

Elbette bu yürüyüşün zamanlaması da tesadüfî değildi. Bir devlet partisi geleneğinden gelen CHP medyada, yargıda, bürokraside tüm ağırlığını kaybetmiş haldeydi artık. Bir anlamda kader onu sokaklara itmişti. CHP, tutuklanan HDP milletvekili için sokağa çıkmadı, buna şaşırmadık, onları oraya gönderen kendisiydi zaten. Ama gazeteciler için, KHK ile işten atılan yüz binlerce insan için, şaibeli referandum sonuçları için de sokağa çıkmadı. Bunca adaletsizliğe şahitlik eden bir partinin sadece kendi milletvekiline dokunulunca canının yanması, ancak o zaman sokağa çıkması, bize o parti hakkında da bir şeyler söyler. O partinin ne kadar içine kapandığını, toplumsal reflekslerinin ne kadar zayıfladığını da söyler bir yandan. CHP’nin kendi içinde bunu da değerlendirmesinde sonsuz fayda var.

Adalet bu ülkeden CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklandığı gün gitmedi. Bir günde de gelmeyecek, CHP de bir yürüyüşle bambaşka bir CHP olmadı, bunun için Adalet Yürüyüşü’nden kat kat uzun ve meşakkatli yolları aşmaya ihtiyacı var. Fakat nihayet adaletin ülkeyi terk ettiğini fark etti. Ana muhalefet partisi olduğunu fark etti, sokağı fark etti, eylemi fark etti, potansiyelini fark etti. İnsandan insana geçen, kalabalıklaştıkça artan o “heyecan”ı fark etti.

Bu farkındalıklar, bu “heyecan” CHP’ye yeni bir ruh kazandırır mı? Neden kazandırmasın? Ana muhalefet partisi olduğunu unutmayan, siyasetin sokak da dâhil tüm enstrümanlarını sonuna kadar kullanan bir CHP’ye insanların ihtiyacı var. CHP’nin de bunu yapabilmek için o insanlara ihtiyacı var. Dilerim Adalet yürüyüşü buna vesile olur ve bu karşılıklı ihtiyaç, yaşanan adaletsizliklere hızlıca tepki veren örgütlü, dinamik bir karşı duruşa, bir adalet mücadelesine evrilir.

Nuriye ve Semih için Adalet!