Döşemealtı Mağaraları

Kocain Mağarası’nın 60 metre çapındaki dev çıkış ağzından mağaranın iç kısımlarına doğru yavaş yavaş ilerliyoruz. İlerledikçe dışarından gelen gün ışığının etkisi zayıflıyor.

Yazı: Ezgi Tok / Fotoğraf: Ali Ethem Keskin

Bu loş ortamda etrafımızı görmekte zorlanmaya başlıyoruz. Derhal kafamızdaki kasklarda bulunan fenerleri açıyoruz. Fenerlerimizin yaydığı ışık ile mağaranın duvarlarını aydınlatmaya çalışıyoruz. Ancak pek mümkün olmuyor. Çünkü mağaranın tavanı ve duvarlar şimdiye kadar alışık olmadığımız kadar yüksek ve uzakta. İnanılmaz bir mekânla karşılaşıyoruz. Tavanla zemini birleştiren dev sütunların üzerlerinde harika traverten desenleri oluşmuş. Sarkıt ve dikitlerin şekil ve mağara içindeki dağılımları da cabası. Yıllardır Türkiye coğrafyası üzerindeki ekibimizin sayısız mağarada araştırma yapmasına rağmen Kocain Mağarası’nın böylesine haşmetli ve büyüleyici bir galeriden oluşması bizleri şaşkına çevirdi. Kocain Mağarası’na hayranlığımız her geçen dakika daha da artıyordu. Ancak bu mağaraya sadece gezmek ve hayranlık duymak için gelmemiştik. Görevimiz yıllar önce çizilmiş olan mağaranın haritasında eksik kalan ayrıntıları tamamlamaktı. Bir de bu olağanüstü mekânın büyüklüğü ve güzellikleri şimdiye dek hakkı ile fotoğraflanamamıştı. İşte şimdi görev zamanıydı. Kollarımızı sıvadık. Bir ekip haritalamak üzere çalışırken diğer ekip ise ışık ile mağaranın duvarlarını boyayarak uzun pozlama yaparak fotoğraflıyordu.

Gün batımında Akdeniz’in girintili çıkıntılı sahillerinde yol alan bütün seyyahlar, denizin lacivertinden yükselerek kilometreler boyunca tüm görkemiyle uzanan kızıl-bej kayaların eşsiz manzarasına aşinadır. Bu manzara, Akdeniz’i boydan boya geçen Torosların hâkim jeolojik birimi olan ve “karst” adı verilen yapı için oldukça karakteristiktir. Toplam yüzölçümü 500 km2’yi bulan Antalya Travertenleri de bu karstik birimin bir parçasıdır. Genellikle fluvial süreçlerin şekillendirdiği karstik birimin en belirgin coğrafik yüzey şekillerinden olan vadi, kanyon ve mağara gibi yapıların sıkça görüldüğü Antalya Travertenleri, bu dinamik yapısı sebebiyle eşsiz doğal güzelliklere ev sahipliği yapmaktadır. Vadiler boyunca uzanan akarsuların zaman zaman şelaleler ile hareketlenen yolculuğu çoğu zaman düdenler ve mağaralarla sonlanmaktadır bu coğrafyada.

Jeolojik özellikleri gereği oldukça geçirgen ve hem fiziksel hem de kimyasal çözünmeye elverişli olan bu kayacın şekillenmesinde yalnızca akarsu ve şelaleler değil su tablası hareketleri de oldukça etkilidir. Oluşumundan sonra tabla yüksekliğine bağlı olarak dehliz sistemleri şeklinde de olabilen bu tip mağaralar da dâhil, bu yeryüzü şekilleri bakımından en zengin bölgelerden biri de Antalya’nın 18 kilometre kuzeybatısında yer alan Döşemealtı ilçesidir. Antik çağda sahildeki Pamfilya kenti ile iç kesimlerdeki Pisidia kentini bağlayan yollardan biri olan ilçe merkezine 8 kilometre uzaklıktaki Derbent Boğazı’nda yer alan döşeme taş yol ilçeye ismini vermiştir. İlçenin jeolojik yapısı traverten taraçaları çevreleyen Mesozoyik-Tersiyer, çoğunlukla da Kretase yaşta kireçtaşı birimler şeklindedir. Tüm bu birimler bölgenin hidrolojik olarak yüksek aktiviteye sahip olmasına bir diğer deyişle yerin birkaç metre altında su dolu dehlizlerin ve boşlukların oluşmasına, akan bir nehrin birden bire yerin altından kaybolmasına ya da bir dağ yamacından bir çağlayan patlamasına neden olmaktadır.