Her Şeye Rağmen Gülümsemek Doğru mu?

Avustralyalı doktor Evan O’Neill, acil tıp ve pediyatri alanındaki tecrübesiyle Bangladeş’te Rohingya mültecilere destek vermek üzere Sınır Tanımayan Doktorlar’ın (MSF) yürüttüğü tıbbi ve insani yardım programı kapsamında sağlık direktörü olarak görev yaptı. Kısa süre önce evine dönen Evan, Bangladeş izlenimlerini anlatıyor.

Yazı: Dr. Evan O’Neill – Fotoğraf: Moises Saman / Magnum Photos

Karavanımızın penceresinden dışarı bakıyorum. Yoldaki tümsekler yüzünden sarsıla sarsıla klinikten uzaklaşıyoruz. Kamptan, işimizden uzaklara doğru gidiyoruz. Güneş, bugünün son ışıklarını saçarak tepelerin ardında kaybolurken yumuşak, pembe parlaklığıyla esniyor.

Bulunduğum yerden bu gece nöbette olan doktora destek olmamın tek yolu, bir anı bir anını tutmayan telefon sinyali. Onun MSF adına tek başına nöbette olacağı ilk gece bu.

Zaman gündoğumuna doğru ağır ağır akarken heyecanı ve kendine güveni artıyor. Hatta bir kadının doğum yapmasına yardım ettiği için kendiyle gurur duyuyor. Nihayet, onun katkılarıyla bu kampta verdiğimiz sağlık hizmeti 24 saate tamamlanmış oluyor.

Fakat bunların hepsine daha var… Bu gece olacaklar bir yana, ben şu an hala pencereden dışarı bakıyorum. Yavaş yavaş gidiyoruz. Daracık köy yolunda uyuşuk inekler, dikkati dağınık yayalar, hız yapan otobüsler, hantal kamyonlar ve insanların çektiği bir sürü rikşovun* arasında güvenli bir şekilde yol alabilmek için yavaş gitmekten başka çaremiz yok zaten.

Suyun karşı yakasında bekleyen kaç kişi var daha?

©Moises Saman / Magnum Photos

Apar topar kurulmak zorunda kalan bir başka yerleşim alanında, kalabalık evlerin ardında çıplak bir tepeye takılıyor gözüm. Üstünde yeşil olan ve büyüyen ne varsa hepsi sıyrılıp alınmış. Yine de tepe yaşıyor! Çamur içindeki bir sürü çocuk uçurtma uçuruyor. Çocuklar birer silüete dönerken, sarı, pembe, yeşil uçurtmaları az önce hülyalı pembe olup şimdi kızıla dönen göklerde dans ediyor.

Pek yakında yeni gelen Rohingyalar burada bir toprak parçasını daha bambu ve muşambalarla buluşturacak. Giriş noktasındaki gezici kliniğimiz nehirden bu tarafa doğru yeni gelenleri bize haber veriyor.

Bu nehri aşmak için kısa ama tehlikeli daha kaç yolculuk yapılacak? Suyun karşı yakasında bekleyen kaç kişi var daha?

Nehir tablo gibi; kıvrık burunlu balıkçı tekneleri ve kıyıları çevreleyen dizginlenmez tropik ağaçlar kartpostal manzaraları sunuyor. Aynı güneşli kıyıya yeni mülteciler geliyor bu sabah. Giriş noktasına doğru kimi yarış edercesine koşuyor, kimi yalpalayarak yürüyor, kimi yorgunluktan yere yığılıyor, kimininse taşınması gerekiyor.

Aralarında tesellisi imkânsız görünen az sayıda insan ve yüzünde ifadeden eser kalmamış niceleri var.

Bir de yetimler var mültecilerin arasında. Bugün gördüğüm biri daha 7 aylıktı. Dört çocuğu olan iyi kalpli bir anne onu yanına almış emziriyordu. Bu anneyle bebeğin nasıl bir araya geldiğini bilmiyoruz. Birisi bu bebeği Myanmar’da tek başına bulmuş. Ama nerede? Nasıl? Neden? Annesi babası neredeymiş?

Bunların hiçbiri bilinmiyor ama çok da önemli değil sanki artık çünkü bebek şimdi burada; bu yeterli.

©Moises Saman / Magnum Photos

Bu bebeği de kendi bebeğiyle beraber emziren annenin yorgunluğu yüzünden okunuyor. Bebek şimdiye kadar yaşadıysa bu kadının sütü sayesinde yaşadı; o olmasaydı çocuğun sağ kalamayacağından eminim.

Bebeğin yetersiz beslendiği bir bakışta belli oluyor: Henüz son derece hassas olan o cildi kıvrım kıvrım, başı üçgen şeklini almış ve kaburgaları sayılıyor. Gözleri ise birbirinden uzağa düşmüş.

Bazen kliniğe çocuklar yanlarında bir yetişkin olmadan tek başlarına geliyor. Anneleri diğer kardeşlere baktığı için çoğu zaman yanlarında olamıyor.

Geçen gün bekleme odasında gördüğüm 10 yaşındaki kız da kucağında henüz bebek olan kardeşiyle böyle gelmişti.

Çocuklara baktık, ilaç, su ve bisküvi verdikten sonra yanlarında bir yetişkinle geri gelmelerini söyledik. Ama galiba onları bir daha görmedim. Bebek de iyileşti herhalde, yani umarım iyileşmiştir.

Tabletimden gelen yüksek bir “ping” sesi düşüncelerimi dağıtıyor. Bu davetsiz uyarıyı duymazdan gelip yine pencereden dışarı bakıyorum. Şu yemyeşil tepelerde yürüyüş yapacak yollar var mıdır acaba? Manzara, güzellikle yas arasında korkunç bir tezat içinde. Güzelliği de, yası da görmezden gelmek mümkün değil ve ikisini birbiriyle bağdaştıramıyorum. Düşüncelerimin arasında diken gibi duruyorlar.

Kliniğe bu sabah da her sabah olduğu gibi, koyu yeşil tepeler ve resim gibi çeltik tarlalarının arasından yürüyerek gittik. İnsanlar ardımızdan el sallıyor, çocuklar gülümseyerek incecik seslerle “Hellooo!” diye sesleniyor. İster ayağınızda lastik çizmelerle bileklerinize kadar çamura bata çıka yürüyün, ister her adımınızda kupkuru toz kaldırın, güne böyle başlamanın güzelliği yadsınamaz. Sabahları kliniğe doğru yürürken gülümsüyorum.

Bu gülümsemenin kampı tekrar gördüğümde yüzümden silinip gideceğini biliyorum. Her şeye rağmen gülümsemek doğru mu? Bilmiyorum. Rahatsız edici bir şey bu; istisnasız her sabah dev bir su birikintisine düşmek gibi bir his bu. Buradayken normal bir yerdeymiş gibi hissetmemeli insan. Burası normal bir yer değil.

©Moises Saman / Magnum Photos

Sınır Tanımayan Doktorlar’ın Unchiparang Kliniği’ne girdiğimde çalışanlar beni gülümseyerek karşıladığı için gülümsemem yüzüme geri geliyor. Yüksek sesle selamlaşıyoruz; ben basit Bengalce kelimelerle çat pat konuşmaya çalışırken hep beraber gülüyoruz.

Kliniğe her gün geliyorum, en başından beri. Kampın derinliklerinde bir sağlık noktamız daha var. Zorlu yolları aşıp kalabalık kliniğimize gelemeyen hastaların muayenesini orada yapıyor, gereken temel ilaçları veriyoruz. Burası bir yandan da bizim kampın içindeki gözümüz; salgın ihtimaline karşı gözümüzü dört açıyoruz. Kolera, kızamık, çocuk felci salgını; hepsi mümkün.

Günlük sayım için, iki kere için mezarlığa, üç kere de dereye gittim. Kampın içine doğru birkaç yüz metre yürüyünce hemen varılıyor mezarlığa. Ölüm oranlarını takip etmek, herhangi bir değişiklik olursa geç kalmadan tespit etmek ve olası bir salgına hızla müdahale edebilmek için mezarlığa gidiyoruz.

Mezarlığa ve dereye bizzat gidişlerim arasında geçen haftalarda tuvalet altyapısı kuran su ve sanitasyon ekiplerimiz büyük ilerleme kaydetmiş. Bu yoldan son geçişimde yeni bir çalışana çevreyi tanıtıyordum; patikamızın üzerinde dışkıdan oluşan hız kasisleri yoktu artık, bunun ne iyi bir şey olduğunu anlatıyordum.

Yan yana ve dip dibe dizilen evler bazen düzgün sayılacak bir yolu eğip büzecek kadar sıkıştırıyor. Kurdukları barınaklardan dışarıyı izleyen insanların bakışları bana değmeden geçip uzaklara doğru gidiyor. Ben de bakışlarımı kısa tutup gözlerimi arada kaçırıyorum. Çoğu içeriden dışarıya öylece bakıyor ama gülümseyenler de yok değil. Böyle anlarda karşılıklı gülümseyebilmek ne hoş!

©Moises Saman / Magnum Photos

Gülümseyişlerde çocukların payı herkesten çok ve benim için o gülümsemelerin her biri, istatistiksel olarak çocuk hastaların karşı karşıya olduğu tehlikelere bir başkaldırı. Belki de sadece dikkati dağıtmanın iyi bir yolu.

Çocuklar sayılardan anlamaz belki ama açlığı biliyorlar. Git gide daha çok çocuğun, şiddetli akut beslenme yetersizliği noktasına kadar eriyip tükendiğini görüyoruz. Derler ki, beslenme yetersizliği çeken bir çocuksanız, ishal ya da solunum yolu enfeksiyonu gibi olağan kamp hastalıkları yüzünden ölme ihtimaliniz 10 kat fazladır.

Beslenme yetersizliği denen ve her gün biraz daha büyüyen o karanlık çukuru düşündükçe kaygılanıyorum. Mevcut durumu sürekli takip ediyor ve şiddetli akut beslenme yetersizliği teşhisi koyduğumuz insanları beslenme tedavisi uygulanan kamp alanındaki çeşitli merkezlere sevk ediyoruz. Daha ağır durumda olanları MSF’nin birkaç kilometre ilerideki yoğun bakım merkezine götürüyoruz.

Pencereden bakarken kafamda tüm bu düşüncelerle uyuklamaya başlıyorum. Belki biraz kestiririm. İnsan kontrol edemeyeceği şeylere çok da fazla takılmamalı, değil mi? Merkezde toplantılar, bilgisayar işleri, telefon görüşmeleri beni bekliyor. Bu yüzden şimdilik tüm bu düşünceleri kafamdan atmam gerekiyor.  Hem zaten karanlık oldu, derken gözlerimi kapatıyorum ve yolun kalan kısmında uykuya dalıyorum.

* Rickşov (Rickshaw): Yayan bir veya birkaç kişi tarafından çekilen iki tekerlekli hafif taşıt.

Myanmar’ın Rakhine eyaletinde (eski adıyla Arakan) Ağustos 2017’de tırmanan ve Rohingyaları hedef alan şiddet olayları nedeniyle 600.000’den fazla Rohingya güvenli bir yer arayışıyla Bangladeş’e kaçtı. Bugünkü şiddet dalgası, onlarca yıldır süren eziyet ve yerinden edilmenin bir başka safhası aslında. Fakat hiç bu kadar geniş çaplı bir sürgün yaşanmamıştı. Halihazırda Bangladeş’te milyonlarca Rohingya son derece sağlıksız koşullar altında hayatlarını idame ettirmeye çalışıyor