Ağdaki Balıkçılar


Günün ağarmasına daha bir kaç saat var. Büyükdere Sahili’ne demirleyen Poyraz’ın sadece güverte ışığı yanıyor, ortalıkta kimseler yok, İstanbul sokakları gibi sakin her yer…
Yazı ve fotoğraf: Ufuk Sarışen
Martılar bile henüz uykuda. Bu sessizliğin ve karanlığın içerisinde ansızın Poyraz’ın motorları çalışıyor ve Boğaz’dan Karadeniz’e doğru hayalet bir gemi ilerlemeye başlıyor. Yaklaşık 1 saat sonra Poyraz’ın 15 kişilik tayfası uykusundan uyanıp ana kamarada toplanıyor kahvaltı için. Çaylar tazelenirken tekne hoparlöründen kaptanın o gür sesi yankılanıyor “Hazır Ol!”
İstanbul sularında bulunan balıklar yerli ve göçmen olarak ikiye ayrılıyor. Göçmen balıklar her yıl bahar aylarında Karadeniz’e çıkarak burada üredikten sonra, güz aylarında kışı geçirmek üzere Marmara ve Ege’ye dönüyorlar. Büyük teknesi olan balıkçılar da bunları Karadeniz’den Ege’ye, hatta Akdeniz’e kadar izliyorlar. Bu balıklar, İstanbul’da boğazdan geçiş yaptıkları dönemde avlanabiliyor. Yerli balıklar ise yıl boyunca İstanbul sularında. Bunlar arasında ticari anlamda en önemli olanlar lüfer, palamut, uskumru, kolyoz, tekir, barbun, kefal ve bolca bulunan istavrit. Ancak Karadeniz ve Marmara eski günlerindeki balık çeşitliliğini ve verimliliğini ne yazık ki kaybetmiş durumda. İstanbul sınırları içerisinde gırgır tekneleriyle ağ balıkçılığı yapan balıkçıların kazançları da her geçen gün azalmaya başlamış. Gelişmiş radar ve bilgisayar sistemleriyle yapılan avlanma, balığın üremesine engel olduğu gibi, aşırı sayıda tüketilmesine de sebep olmuş. Özellikle yumurtlama dönemindeki balıkların ve yavruların yakalanması bir sonraki sezonun bereketsiz geçmesindeki en büyük etken. Bu nedenle, resmi olarak yaklaşık 8 ay süren avlanma sezonu (Eylül – Mayıs) neredeyse 4 aya inmiş durumda.
Kaptanın komutuyla bir anda kahvaltılarını bırakan Poyraz ekibi, birazdan üzerilerine sağanak yağmur gibi yağacak deniz suyundan korunmak için hemen yağmurluk, tulum ve botlarını giyiyor. Karınca gibiler, herkes sessiz bir telaş içinde. Kaptan bu sefer coşkuyla haykırıyor “Botu atın!” Teknenin arka tarafındaki bot, kaptanıyla birlikte adeta suya düşüyor ve son sürat ağın uzunluğu kadar bir daire çizerek balık sürüsünün etrafını çevreliyor. Bot, tekneye bağlanıp motorlarını sürekli çalışır tutuyor ki tekne ağın içine girmesin, sabit kalabilsin.
İstanbul`da balıkçılık, Bizans döneminde de çok önemli bir gelir kaynağıymış. Her yıl Boğaz`dan geçerek Karadeniz`den Ege`ye göç eden palamutlar, neredeyse kentin simgesi olmuş. Özellikle, “Altın Boynuz” olarak ün yapan Haliç, palamut zenginiymiş. Balıkçılığın Bizans için çok önemli olduğu, kentte basılmış sikkelerin üstünde yer alan balık figürlerinden de anlaşılıyor. Ünlü coğrafyacı ve filozof Strabon da, akıntının palamutları Khalkedon önlerinden Bizans yönüne süreklediğini anlatırken boğazdaki palamut zenginliğinden bahseder; hatta Haliç`te palamutların elle yakalanacak kadar bol olduğunu söyler.
Poyraz’dan atılan ağın, artık yavaş yavaş çekilmesi gerekiyor. Herkes görev yerlerinde, vincin çektiği ağı teknede istiflemek için uğraşıyor. Balıkçılar çok dikkatliler, gözleri hep birbirlerinin üzerinde, çünkü en ufak bir hata ciddi bir kazaya yol açabilir. Ayakların ağa dolanması, dev vince sıkışma gibi olası risklerin önlenmesi için dikkat şart. Belki de bu risklerden daha çok, soğuk havada ıslak ortamda çalışmak rahatsız ediyor balıkçıları. Sürekli deniz suyu yağıyor üstlerine, ağlar vinçle çekildikçe. Deniz üstünün her zaman karadan daha soğuk olması ve rüzgara maruz kalması da işi zora sokuyor elbette; ancak başka çare yok, o ağ çekilecek ve kasalar balıkla doldurulacak.
İstanbul’daki ağ balıkçıları genelde Karadeniz’den mevsimlik işçi olarak geliyorlar. Bunun yanı sıra Doğu ve Güneydoğu’dan, Balkanlar’dan ve Karadeniz ülkelerinden gelenler de var. Tekne sahipleri genelde aynı işçilerle çalışmayı tercih ettikleri için, hastalık ya da yaşlılık gibi istisnai haller dışında ekiplerde çok büyük değişimler yaşanmıyor. Bu gibi durumlarda zorda olana yardım eden, yine tekne sahibi oluyor. Ayrıca, zorunlu olarak ayrılan balıkçının yerine oğlunu ya da akrabasını işçi olarak tekneye almak da artık bir gelenek halini almış.
Rumeli Feneri, Rumeli Kavağı, Büyükdere, Poyrazköy, Şile ve Yenikapı balıkçıların İstanbul’daki en önemli limanlarından. Ağın dibine yaklaşıldıkça vincin yerine kas gücü giriyor devreye. Poyraz’ın balıkçıları yan yana dizilerek hep bir ağızdan tempo tutarak çekmeye başlıyorlar ağı. İşin en heyecanlı ve zevkli tarafı da bu gibi görünüyor. Artık, balıkla yüz yüzeler; bilekleriyle tartıyorlar yüzeye çıkacak olan balığın ağırlığını. Ağa gelen balık, son bir hamleyle teknenin havuzlarına alınıyor. Son olarak, tutulan balıklar cinsine ve boyutuna göre tek tek ayrılarak kasalanıyor. Havanın ve gidilecek mesafenin durumuna göre gerekirse teknenin buzhanesinde muhafaza ediliyor bu kasalar. Artık bir sonraki “Hazır ol!” komutuna kadar dinlenme vakti. Ana güverte ise toplanma noktası. Burada herkes bir taraftan ısınmaya çalışırken diğer taraftan da iş dışında geçirilen bu zamanın tadını çıkarıyor. Kahvaltıda yarım kalan çaylar tazeleniyor, sohbetler ediliyor, kağıt oynanıyor.
Türkiye’de balıkçılığın endüstri haline gelmesi 20. yüzyılın ikinci yarısına denk geliyor. 1980’lerin sonuna doğru devlet teşvikiyle tutulan balık miktarı ve kazanç en üst seviyelere ulaşıyor. Ancak sonraki yıllarda, hatalı avlanma sonucu balık stokları ciddi bir şekilde azalıyor. Bugün Marmara’da 200, Karadeniz’de 163, Ege Denizi’nde 300 ve Akdeniz’deki 540 balık türünden sadece 55’i ticari olarak yakalanıp, satılabiliyor. Buna rağmen, İstanbul Bölgesi Su Ürünleri Kooperatifler Birliği Başkanı Ali Güney, 2 milyon 400 bin kişinin suda ve karada çalışarak sektöre hizmet verdiğini söylüyor. 1980’lerin sonunda 8 bin 500 civarında olan ruhsatlı tekne sayısı günümüzde 19 binlere dayanmış durumda. Deniz aynı deniz, balık aynı balık ama kazançlar tekne sayısındaki artışla beraber azalmış. Rekabet de kızışmış haliyle. Sezon boyunca süren bu telaşın sonunda teknelerin elde ettiği kazanç, kaptan tarafından balıkçılara “pay” ediliyor.
Hava kararıyor, son bir ağ daha atmak için Poyraz, Boğaz girişini kolaçan ediyor radarlarıyla. Kaptan köşkündeki monitörlerden, balık sürülerinin yeri; suyun derinliği gibi birçok bilgiye anında ulaşılabiliyor. Sonuncu ağ da çekildikten sonra kasalar tamamen doluyor, artık limana yanaşma zamanı. Büyükdere’ye yaklaşıyor Poyraz; teknenin kara ekibi ve kamyoneti de karşılayanlar arasında. Kara ekibi de tekneyle sürekli temas halinde; tekne nerede limana yanaşacaksa o da hazır bekliyor… Görevi, teknedeki balık kasalarını bir an önce kaptanın yönlendireceği balık haline taşımak. Tekneyi karşılayanlar arasında, elinde poşetle bekleyenler var. Bunlar da kasa taşıma, balıkları buzlama karşılığında “göz hakkı” bekleyenler. Bu bir balıkçılık geleneği aslında. Görülen işte emekleri olmasa da balığın getirilişine tanıklık edenlere de balık vermek adetten. Poyraz ekibi, balıkları sağ salim teslim ediyor ancak, henüz işi bitmedi. Tekne ve ağların temizliği başlıyor, güverte yıkanıyor boydan boya. Gece geç saatlerde yenen yemek sonrası, kamaralardaki ranzalar yorgunluğun etkisiyle kuş tüyü yatağı aratmıyor. Balıkçılar, sezon sonunda evlerine götürecekleri parayı kazanmanın tatminiyle uykularına dalıyorlar. Ama biliyorlar ki denizin sağı solu belli olmaz, yarının ne getireceği belirsiz, balığın nerede olacağı da. İstanbul güne uyanırken, balıkçıları da çoktan ilk ağları çekmiş, çaylarını yudumluyorlar. Şehir telaşının ilk dakikalarını boğazın ortasındaki Poyraz’ın güvertesinden izliyorlar.