Müziğin Saf Hali “Balmorhea”

Teksaslı enstrümantal/deneysel müzik grubu Balmorhea, 2006’da Rob Lowe ve Michael Muller tarafından kuruldu. Post rock ve indie folk dinleyicilerinin her zaman listelerinin ön sıralarında yer alan gruplardan birine dönüştü. 2013 ve 2014’te Salon İKSV sahnesine konuk oldu. Salon takipçisinin favori gruplarından biri haline gelen Balmorhea, yeni albümleri ‘Clear Language’dan şarkılarla geçtiğimiz Nisan ayında yeniden Salon İKSV’de dinleyicileriyle buluştu.

Yazı: Mehmet Sait Taşkıran / Fotoğraf: Hale Güzin Kızılaslan

Salon İKSV’nin küçük sahnesinde bu kez altı kişi var. Rob Lowe ve Michael Muller prova esnasında grubun diğer müzisyenleriyle bakışarak müziğin harmonisini yakalamaya çalışıyorlar. Müzik her ne kadar kendi alfabesi olan notalarla yol alsa da müziğin saf hali duyguya, duyguların akışına, kendi ruhuna ihtiyaç duyuyor. Yapaylığın dışında bir arayış bu. Prova uzuyor bu nedenle. Rob Lowe ek süre istiyor. Ardından piyanosundan bir melodi yayıyor. Çello, keman ve kontrbas melodiyi yakaladıkları anda Michael Muller gitarıyla onlara eşlik ediyor. Sahneden çok çevresi dağlarla örülü geniş bir düzlükte, durgun bir göl kıyısında gibiler. Daha provada bile bir dinleyici olarak kendimi salona yayılan müziğin içinde buluyorum. Müziğin saf halini yakalamış olduklarını anlıyorum.

Balmorhea’nın müziği için yapılan tanımlamalar geliyor aklıma. Post-rock, ambient, soyut müzik(abstract), indie folk, caz, folk ve klasik müziğin birlikteliği ile tanımlanan Balmorhea’da kategorilerin dışında başka bir şey var. Prova son bulduğunda sahneden uzak sakin bir odada grubun kurucularından Michael Muller ile sohbete koyuluyoruz. Tanımlamaların, kavramların dışında olanın peşine düşüyoruz. Söz müzik tarzından açılıyor böylelikle.

“Ben her zaman müziğimizi enstrümantal, diye tanımlıyorum,” diyerek devam ediyor Muller, “Kendimizi hiçbir zaman tek bir kavramla tanımlamıyoruz. İlla bir tanım olacaksa post-classical müzik diyebiliriz belki. Post-rock diyemem, çünkü pek fazla rock yapmıyoruz. Enstrümantal, deneysel, sessiz tonların peşinden gidiyoruz. Şarkılarımız, dinleyiciler nasıl düşünüyorlarsa öyleler.”

Müziğin doğduğu coğrafyanın etkisini de unutmamak gerek. Müzikteki yerel tonlar da bunu doğruluyor haliyle. Muller, tam da sohbetin bu kısmında müzik yolculuklarının başladığı yerden devam ediyor, “Müziğe Rob ile birlikte önce gitar ve piyanoyla başlamıştık. Rob, Teksas’ın batısında yer alan, aynı zamanda gruba ismini veren Balmorhea’ya yakın bir yerde büyüdü. Etkilenme şehirden ziyade bölgenin coğrafi yapısı olan çölden kaynaklandı. Müziğimiz ilkin çöl atmosferine, dokusuna uyan soundlar üzerinde gelişti, diyebilirim. 2009’da çıkan “All Is Wild, All Is Silent” albümümüzde ıssız ve yalnız bir çöl atmosferine yakın tınılar üzerine yoğunlaştık.”

Müziğin sessiz tonları nasıl olur? diye bir soru akla gelebilir elbette. Kendi içinde dinamizmi olan, alışılagelen iniş ve çıkışların, tekdüze ritim grafiğinin dışında bir şeyden bahsediyor Muller. Bir nevi terapi gibi düşsel bir yanı var, diyorum. Muller de buna katılıyor, “Bence de terapi gibi bir tarafı var müziğimizin. Sessiz ve yumuşak ezgiler bunu içeriyor. Bu açıdan belli seslere odaklanıp spesifik olabilmek ve dağılmamak için derin konsantrasyon gerektiriyor. Evet, insana nerede ve hangi zamanda olduğunu unutturan düşsel bir tarafı var.” diye ekliyor. Bahsettiği derin konsantrasyonları kimi zaman farklı enstrümanlarla olanaklı hale getiriyorlar. Özellikle bilinen şarkılarından “Remembrance” için ön plana çıkan enstrüman banjo oluyor. Böylelikle etnik-country ezgiler müziğin akışını belirliyor.

2006 yılında kurulan Balmorhea’nın ilk albümü yine kendi isimlerini taşıyor. River Arms(2008), All Is Wild, All Is Silent(2009), Constellations(2010), Stranger(2012) ve son albümleri Clear Language(2017) ve remix-konser kayıtlarıyla beraber toplam sekiz albümleri bulunuyor. Müzik serüvenlerine başlarken Balmorhea, Fleet Foxes, Mono, Tortoise, Bear in Heaven, Sharon Van Etten, Damien Jurado ve Here We Go Magic gibi isimlerle aynı sahneyi paylaştı. Serüvenleri boyunca müzik anlayışları da gelişti. Muller bu süreci sadeliğe ulaşma olarak tanımlıyor.

“2013’e kadar enstrümanlar ve eserlerin karmaşıklığı geliştikçe gelişti. Ayrıca o dönemki turnemizde Salon İKSV’de ilk kez sahne almıştık. 2013’ten sonra bir nebze sadeleşmeye gittik ve ikili olarak Rob ile ilk albümümüzü çıkardık. Son albümümüz Clear Language’te müziğimizin köklerine daha çok alan açıp daha sade, nefes aldıran, düşsel ancak geçmişe yakın bir tarz belirledik.”

Muller bu süreci özetlerken ben sözü bestelerin, şarkıların üretim sürecine getiriyorum. Müzikte üretim süreci, bestelerin oluşumu uzun bir zaman alabiliyor. Özellikle sadelik amacı işi daha da zorlaştıran bir durum. İşbirliği her şeyin başında geliyor, diye söze giriyor Muller,

“İşbirliği içinde çalışıyoruz. Geçmişte şarkıları prova edip sonra kayda geçiyorduk. Son albüm Clear Language için Rob ile birlikte basit melodiler üzerine çalıştık. Her enstrümanı denedik ve istediğimiz duygulara en yakın olanlarını belirledik. Basit bir düşünceden başlayıp 5-10 saniyelik kısa bir akor ya da melodi üzerine birçok şey örerek ve sonra en gerekli olanları tutup sadeleştirdiğimiz bir yöntemle çalıştık.”

Balmorhea genç bir grup. Grubun kurucuları Michael Muller ve Rob Lowe’un müziğe olan ilgisi aileden geliyor. Diğer üyeler de konservatuar çıkışlı müzisyenler. Herkesin ortak yönünün müziğe kreatif açıdan yaklaşmaları olduğunu söylüyor Muller. Grubun isminin de Teksas’a 100 km mesafedeki küçük bir yerleşim olan Balmorhea’dan geldiğini anlatıyor.

“Balmorhea 500 kişinin yaşadığı bir kasaba. Çölün ortasında yüksek rakımlı bir yer. Gündüzleri çok sıcak geceleri ise soğuk olan kasabanın doğal bir pınardan oluşan parkı var. Şarkılarımızdan San Salamon Spring de ismini buradan alıyor. Geçmişte Rob ile beraber burada çok zaman geçirdik, gitar çaldık. Bu nedenle grubun ismini Balmorhea koyduk.”

Grup için İstanbul’un ayrı bir önemi var. İstanbul üzerine konuşurken Muller’in gözlerinin parladığını görüyorum. Konserlerine en büyük ilginin İstanbul’da olduğunu söylüyor. İstanbul’un sesleri üzerine konuşuyoruz. İstanbul’la sembolleşen her şeyi sıralıyor.

“Kedi sesleri, ezan sesleri, sokaktaki insanlar, balıkçılar, satıcılar… Austin’dekinin tersine burada var olan kalabalık ve enerji bambaşka bir duygu. Buraya gelmek için bütün ekip olarak sabırsızlanıyoruz. Bizim için özel bir yeri var İstanbul’un. Turnemizdeki kentler arasında en fazla İstanbul’da ilgi görüyoruz. Bu bizim için çok özel bir durum.”

Sohbetimiz sona erince Muller grubun diğer üyelerine katılıp dinlenmeye geçiyor. Konsere daha zaman olsa da salonun girişindeki kalabalık giderek artıyor. Muller’in hayran kaldığı ilgiye tanık oluyorum. Özel bir çaba ve amaçla müziğini damıtarak saf hale getiren Balmorhea’nın sahnedeki performansı başarılı olduklarını fazlasıyla kanıtlıyor. Sahneden yayılan kısa bir melodi Muller’in dediği gibi kendi yolunda ilerlerken diğer bütün enstrümanlar melodinin çevresini örüyor. Saflık çok sesliliğin, biçemin, tekniğin ötesinde bir yerde hareket içinde müzik olarak kendini var ediyor.