Ezidiler; Üç Dağın Halkı


Ezidiler yüzlerce yıl, dar dağ yollarındaki atalarının izlerini takip ettiler. Bazen iki, bazen üç dağı kapsayan rotalarında yarı göçebe olarak bugüne kadar hayatlarını sürdürdüler.
Yazı: Serdar Korucu / Fotoğraf: Hüsamettin Bahçe
Onlar, ibadet şekilleri nedeniyle güneşin, yazılı gelenekleri az olduğu için de sözün çocukları diye anıldı. Ezidiler, henüz Türkiye, Irak ve Suriye’nin sınırlarının çizilmediği dönemlerde, yüzyıllar boyu üç dağın etrafında yaşadı. Biri Urfa, Diyarbakır ve Mardin’e uzanan Karacadağ. Diğeri Suriye’nin kuzeydoğusundaki Haseki kentinin yakınlarında yer alan Abdülaziz Dağı. Sonuncusu ise şimdi IŞİD’in saldırdığı Irak’ın kuzeyindeki “Sincar”, yani Kürtlerin “Şengal” dediği dağ.
Ezidiler yüzlerce yıl, dar dağ yollarındaki atalarının izlerini takip ettiler. Bazen iki, bazen üç dağı kapsayan rotalarında yarı göçebe olarak bugüne kadar hayatlarını sürdürdüler. Bu süreçte her aşiret üç dağın da yamaçlarına yayıldı. Onları bölge halklarının gözünde hedefe dönüştüren tek şey sürekli yanlış algılanan inançları oldu. Bu nedenle bugün hangi Ezidi ile görüşseniz ilk açılan konu bu oluyor.
Hem Ortadoğu, hem de Batı’da Ezidilerin “kötülük meleğine tapanlar” olarak algılanmasının nedeni, Hıristiyanlık ve İslam ile olan teolojik fark. İslam inanışına göre Allah dünyayı yarattıktan sonra ilk insan Adem Peygamber’e herkesin secde etmesini istedi. O zamana kadar Allah’a olan imanı nedeniyle büyük meleklerin bile saygı duyduğu “İblis” bu emre karşı geldi. Bu nedenle İslam inancında lanetli kabul edilirken, Hıristiyanlar içinse melekken Tanrı’nın emrine uymadığı için “düştü”.
İslamın “kötü güçlü cin”, Hıristiyanlığın “düşmüş” olarak gördüğü meleğin konumu, Ezidilerin meleklere İbrahimi dinler gibi anlamlar ve isimler vermemesi nedeniyle farklı. Ezidiler için Tanrı’nın en büyük meleği olan “Melek Tavus”, insanı cennetten çıkartarak yeryüzüne getiren, dünyevi hayata başlatan konumunda. Yani insanlığın varoluş sebebi. Bu durum, Ezidi inancının yanlış anlaşılmasındaki en önemli nedenlerden.
Kendilerini tek Tanrı’ya inanan ve bunun bilincine varan ilk halk olarak gören Ezidiler bu nedenle çoğu dilde isimleri “Yezidi” olarak anılsa da anadilleri Kürtçedeki gibi “Ezidi” diye tanımlanmak istiyorlar. Özellikle de Müslüman inancının ağırlıklı olduğu ülkelerde.
Sünni İslam inancına sahip olanların, hatta aynı dili konuştukları bölgedeki Kürtlerin bile dönem dönem hedefi olan Ezidilerin yüzlerce yıl en yakın komşuları, üç dağ arasındaki hayatlarında aynı rotayı izleyen göçebe Sünni Arap toplumu olan Bedeviler oldu. Kışlık ve yazlık çadırları ile göç eden bu toplumla beraber yüzyıllar boyu aynı yolları aştılar. İki toplumu karşı karşıya getirense Suriye ve Irak topraklarında uygulanan son 50 yıldaki politikalardı. Hem Ezidiler, hem de Bedeviler bu süreçte yerleşik hayata geçmeye zorlandı. Fakat sonradan oluşturulan köyler toplumlar arasında gerginlik yarattı. Ezidilere göre bu süreç felaketle sonuçlandı. Araplaştırma politikası nedeniyle iki ülkede de verimli topraklar ellerinden çıktı. Suriye’de mülteci statüsünde kalıp vatandaşlık bile alamadılar. Buna rağmen son dönemde çatışmaların fitilini Sünni Araplar ateşledi.
Yaşadıkları topraklarda “73 fermana rağmen ayakta kalan halk” olarak tanınan Ezidiler, IŞİD’den önce son olarak 2007’de katliama uğradı. Musul’un batısında, yaşadıkları Kahtaniye kasabasındaki saldırıda en az 200 kişi hayatını kaybetti. Bu saldırının nedeni tartışmalıydı. Saldırıdan birkaç ay önce Ezidi bir kızın Müslüman bir gence kaçması ve İslam’ı seçmesinin ardından Ezidiler tarafından recmedilmesi iki toplum arasında tansiyonu yükseltmişti. Ancak 73. ferman diye adlandırılan bu katliamın çok daha ötesine geçerek Ezidi tarihinin en kanlı sürecini başlatacak olan gelişme yedi yıl sonra bölgede yükselen radikal İslamcı bir örgütün doğuşuydu.
- Ferman IŞİD ile Geldi
Irak’a ABD’nin müdahalesi, Suriye’de ise “Arap Baharı”nın ülke sınırlarına girmesi ile değişen dengelerde ayrımcılığa uğradıklarını savunarak iktidarda “eskisi gibi” söz sahibi olma arayışındaki Sünni Arapların bir kısmı tarafından desteklenen Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Ezidiler için “74. ferman”ın sahibi. Hilafet ilan ederek kendini “İslam Devleti” olarak duyuran örgüt, önce Suriye’deki Arap Alevi köylerine yaptıkları acımasız saldırılarla dünyanın kanını dondurdu. Ardındansa 10 Haziran 2014’te Irak’ın en büyük ikinci şehri Musul’u ele geçirdi, 3 Ağustos’taysa Ezidilerin merkezi Sincar’a girdi. Yaşanan katliamın hâlâ bilançosu çıkartılamazken bölgeden gelen bilgiler en az 3 bin kişinin hayatını kaybettiği yönünde. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi’ne bağlı peşmergelerin çekilmesiyle bir anda IŞİD’in kontrolüne geçen bölgede Ezidiler tarihlerinin en büyük göç dalgasını yaşadı. Örgütün ilerleyişi sırasında bazıları Irak’ın içlerine doğru kaçtılar. Yüzlercesinin sığındığı yerse Sincar’ın 300 kilometre uzağındaki kutsal mekânları Laleş Vadisi oldu. Kutsal ziyaretleri sırasında kaldıkları taş evler artık onların sığınağı haline geldi. Kürt güvenlik güçleri tarafından sıkı korunan bölgede Ezidiler canlarını kurtardıklarına da sevinemiyorlardı. Çünkü akılları geride kalanlardaydı. Bazı Ezidilerse IŞİD’den kaçarken soluğu Türkiye’de aldı.
Onlardan biri Şırnak’a sığınan 17 yaşındaki Feyyan Hasan’dı. Şırnak’taki geçici yerleşim bölgesinde çamaşırlarını gelişigüzel asıp kurutan kadınlar öğle yemeklerini yan yana yerken Feyyan’ın donuk bakışları onların arasından sıyrılıyordu. Belki savaş öncesinde yaşam enerjisiyle doluyken bugün feri sönmüş, ama dokunaklı gözlerle bakıyordu etrafına. Öfkesiz, sakin ifadelerle anlatıyordu yaşadıklarını. Olgun bir kadın gibi duruyor ve kelimelerini özenle seçiyordu. Sanki başından geçenler yıllar öncesinde kalmışçasına. Ancak IŞİD’den kaçışlarını anlatırken birden değişiyordu yüzündeki ifade. Hızla yaşadıklarına geri dönüyordu. Adeta aynı korkuyu yaşamaya başlıyordu. Gözleri doluyor, biraz önceki sakinliği yerini endişeye bırakıyordu. “Biz IŞİD’in geldiğini duyduğumuz anda kaçmaya başladık. Arkamıza bile bakmadık. Düşünebildiğimiz tek şey hayatta kalmaktı” ve ekliyordu: “IŞİD erkekleri öldürüyor, kızları yanlarına alıyordu. Hepsini arabalara bindiriyorlardı, birer eşyaymışçasına. Sonra duyduk ki hepsini Musul ve Telafer’e götürüp satıyorlarmış. En büyük korkum onların eline geçmekti. Biz kaçmayı başardık ancak her an yakalanacağımızdan korktuk.”
Aklı ise kurtaramadıkları akrabalarındaydı. Onlardan bahsederken gözlerinden yaşlar dökülmeye başlıyordu: “Amcalarım, dayılarım, teyzelerim hepsi geride kaldı. Çocukları, eşleri vardı, hiçbirini kurtaramadık. Şimdi ne haldeler bilmiyoruz.”
Ezidilerin Büyük Kaçışı
Feyyan, dört kardeşi, anne ve babası ile önce Sincar Dağı’na sığındığını ancak buradan çıkışlarının da kolay olmadığını anlatıyordu. Ne yiyecek, ne suya ulaşabilmişlerdi sekiz gün boyunca. Göç yolundaki Ezidilerin anlattıkları o dağda yaşanan trajedinin büyüklüğünü ortaya koyuyordu: “Belki IŞİD’in öldürdüğünden daha fazlası Şengal’de (Sincar), dağda saklanırken hayatını kaybetti. Günler boyu susuz kalan o kadar çok kişi can verdi ki! Çocuklar sürekli ağlıyor, anneler yardım için yalvarıyordu. Kimse bulamadı onları. Kurtulamadılar.”
Dağda mahsur kalan, etrafları IŞİD tarafından çevrilen Ezidilere hayat koridorunu açansa YPG olmuştu. Fakat bu süreçte zorlu bir yolculuk başlamış hepsi için. Yalınayak, dar dağ geçitlerinden geçmişler gece gündüz demeden. En çok zorlananlarsa kafiledeki yeni annelerdi. “Yeni anne olanlar açlık ve susuzluktan sütten kesildi. Bebeklerini emziremediler. Geceleri onların ağlamaları yüzünden uyuyamadık. Bazı anneler yorgun düşüp çocuklarını daha büyük kızlarına teslim etmek zorunda kaldılar. Sınırı geçebilsin, en azından çocukları yaşayabilsin diye. Evlatlarına sonradan kavuşabildiler mi bilmiyorum.”
Yeni geldikleri ülkede onları karşılayan ilk yer Uludere’nin Ortasu köyü, Roboski olmuştu. Feyyan Hassan o anı hiç unutamayacağını söylüyordu: “Günler boyunca açtık ve susuz kalmıştık. Sıcağın etkisiyle çoğu kişi baygınlık geçiriyordu. Türkiye’ye gelir gelmez yardım eli uzandı. O an kâbusun sona erdiğini hissettik.”
Göç edenlerin yarısından fazlası çocuktu. Dağların kıvrımlı yollarında uzanan kervanlarda en az bulunanlar hasta ve yaşlılardı. Bir kısmı kilometrelerce sedyelerde taşınsa da büyük bölümünün Sincar’dan çıkamadığı söyleniyordu. Sınırdan geçen Ezidiler arkalarında kalanlar için yardım istiyorlardı: “Yaşlıları ve engellileri evlerin içindeyken diri diri yaktılar. Bu nasıl bir insanlık! Dünyanın artık dur demesi gerekiyor.”
Ezidilerin anlattıkları, yaşanan katliamın sadece IŞİD’in “dışarıdan gelen” militanları tarafından yapılmadığını ortaya koyuyordu: “IŞİD önce bir köye sadece iki araçla geliyor. Tehdit ediyor, gücünü ispatlıyor, ayrılırken artık 10 araçlık bir konvoya dönüşüyor. Yani bugün bize saldıranların büyük bölümü aslında Sünni Arap komşularımız. Bu kesimin arasında az da olsa radikal Sünni Kürtler de yer alıyor.”
Sincar Dağı Sessiz
IŞİD nedeniyle Sincar Dağı tarihinde hiç olmadığı kadar Ezidisizleşmiş durumdaydı. Sayılarının 15 bine kadar düştüğü iddia ediliyordu. Yerlerinden edilenlerin sayısının ise 450 bini bulduğu belirtiliyor.
Türkiye’de bölgedeki koordinasyon merkezlerinin kayıtları Ezidilerin sayısını 28 bin olarak açıklıyordu. Fakat gayri resmi rakamın çok daha yüksek olduğu, bölgede nüfusun 40 bini bulduğu konuşuluyordu. Sınırı aşanların büyük bölümünün ilk hedefi İstanbul’du. Bir kısmı Ege’deki şehirlere giderek bölgeden uzaklaşmaya çalışırken, bazısı Birleşmiş Milletler’in mülteci kampına sığınmak için Aksaray’ın yolunu tutuyordu. Fakat buralarda da Ezidiler için hayat zordu. Özellikle de fark edildiklerinde. Diyarbakır’daki bir Ezidi, Garip Şemo, Aksaray’da tehdit edildiği için şehri terk ettiğini söylüyordu: “Sincar’dan geldiğinizi biliyoruz. Sizi burada istemiyoruz. Eğer dönmezseniz hepinizi öldürürüz diyorlar. Biz de çaresiz kaçtık.”
Türkiye’dekilerin büyük bölümünün amacı Avrupa’ya gitmekti. Urfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı en büyük Ezidi yerleşimi Burç köyünde doğan, İMC TV Genel Yayın Koordinatörü gazeteci Eyüp Burç’a göre Ezidilerin bu hayali imkânsızdı: “Irak’tan gelen ailelerin büyük bölümünün zaten burada akrabaları var. Onların yanına taşınan önemli bir nüfus bulunuyor. Ancak herkesin hedefi batılı ülkelerdeki yakınlarının yanına gidebilmek. Belki başlarına gelen trajedi nedeniyle ülkelerin onları kabul edebileceğini düşünüyorlar. Fakat 400 bin insanı hiçbir ülke kabul etmez. Gerçekle yüzleşmemiz gerekiyor.”
Burç, Türkiye’nin Cenevre Sözleşmesi’ne göre doğudan gelenlere mülteci statüsü vermemesine rağmen Ezidiler için özel bir politika yürütmesi gerektiğine inanıyordu: “Ezidiler diğer gruplarla beraber kamplarda kalamıyor. Ezidi oldukları fark edildikleri anda rahatsız ediliyorlar. Onların Türkiye’de mülteci statüsüne ihtiyaçları var. Her ne kadar kendi ülkelerinde mülteci olmaları benim de zoruma gitse Sincarlı Ezidilerin ihtiyacı bu. En az 100 bin kişi daha gelecek. Önlem alınmalı.”
Ezidilerin Türkiye’ye geldikleri bölgelerde, hem yerel yönetimler hem de sivil toplum kuruluşlarında hummalı bir çalışma vardı; 1980’lerde yurtdışına gitmek zorunda kalan Ezidilerin boşalan köylerine yerleştiriliyordu bazı aileler.
Kültürel Soykırım Uyarısı
Batman’ın Ezidi köyü Uğurca da bu yerleşimler arasındaydı. Yedi Ezidinin kaldığı köyde Sincarlı Ezidiler yaşama tutunmaya çalışıyordu. Aileler yeni hayatlarına başlarken Eyüp Burç ise “kültürel soykırım” uyarısında bulunuyordu: “Bazı aileler Türkiye’ye yerleşebilir. Ancak hepsinin yerleşik hayata geçmemesi gerek. Mülteci hayatı yaşamaları lazım. Kalıcı oldukları duygusu yerleşmemeli. Şengal Ezidisiz kalmamalı. Zaten Şengal Ezidisi Türkiye’deki köylere gelince eskisi gibi olmaz. Oradan ayrıldığında aynı kalamaz. Yarı yarıya asimile olur. Bu kültürel soykırımın devamıdır.”
Bölgede şu an her ne kadar iyi karşılansalar da Ezidilere karşı önyargıların tamamen ortadan kalktığını düşünmek mümkün değil. Bugün hâlâ Ezidilerin tarihi olarak yoğun yaşadığı bölgelerde pek çok aile “Müslüman” olarak hayatını sürdürüyor. Kimse duymasın diye evlerine davet edip, isimlerinin yazılmamasında ısrar edip, kısık sesle anlatıyorlar yaşadıklarını: “Çocukluğumdan beri dışlanıyordum. Büyüdüğümde de iş yapamaz hale gelmiştim. Her gün dükkânımın camı kırılıyordu. Sonunda rahat yaşamak için İslam’ı seçtiğimi açıkladım. Ama hâlâ gizlice Ezidi inancıma devam ediyorum. Zaten Müslümanlar bizlere kız vermez. Verse bile gelin bizim ibadetimizi sürdürdüğümüzü görünce geri gider. Ezidilerse Müslüman kabul edildiğimiz için bizden uzak duruyor. Bu nedenle dönmeler kendi aralarında kız alıp kız veriyor.” Bu duruma önemli bir Ezidi nüfusun geçmişten bu yana yaşadığı Urfa’nın Viranşehir ilçesinde de rastlamak mümkündü. Her ne kadar bölgenin Kürt ve Ezidi tarihi için büyük önemi olsa da.
Ezidi Müslüman Aşkından Kahramanlık Destanına
Viranşehir, Kürtlerin en ünlü destanlarından “Mem û Zîn” kadar bilinen “Dewrêşê Evdî”nin yaşandığı yer. Sincar’dan gelen Ezidi Dewrêş ile Müslüman Temir Paşa’nın kızı Edûl arasındaki aşkı anlatan destan, yazıldığı 18. yüzyıldan beri dengbejlerin yanık seslerinde hayat buluyor. Destan Sünni Kürt aşiretlerin Ezidileri küçümsemesiyle başlarken sonunda Ezidilerin kahramanlıklarını anlatıyor:
…
Ah yiğidim yüreğim acılıdır,
Onlar ellerini birbirine vurarak güldüler yaşlı Evdî’ye,
Dediler: Ulan Evdo senin aslın şeytana uyan Ezidilik değil mi?
Yaşın yetmiş beş olmuş daha konuşuyorsun,
…
Gelmiş bize anlatıyorsun,
Sen bizim aşiretin kızlarıyla, gelinleriyle bile konuşamazsın,
Söz konusu olan, İbrahim Paşa ile savaştır,
Çoluk çocuk kavgası değil ki…
Evdî kalktı yürüdü kendi çadırına doğru,
Oğluna dedi; Dewrêş, sen tilki gibi deliklere saklanmışsın,
Eğer korkak, boş bir adamsan git kızlarla, gelinlerle söyleş,
Yok, bir yiğitsen git Milan ağasının çadırına,
Orda ayak takımı çoluk çocuk bu yaşlı babana güldüler,
Dost… Ah yiğit dost…
Ah yiğidim gönlüm acılıdır, ah acılıdır,
Dewrêş şimdi kalkıyordu kendi çadırından,
Gidiyordu Milan ağasının çadırına,
…
“Ezidi misin?” “Haşa!”
Ezidi gencinin Müslüman kıza olan aşkını anlatan destan bugün Kürt halkının en önemli eserlerinden biri olsa da, iki toplum arasındaki gönül ilişkileri bugünkü Sincarlı Ezidiler için en büyük tehditlerden. Ezidilik kimliği doğuşla kazanıldığı için aileler “soy”un korunmasında diğer inançlara göre çok daha hassas. Ezidilerin yerleştiği kamplara genç Sünni Kürt delikanlıların kolaylıkla girebilmesi ve kızları ile flörtleşmesi savaştan kaçanları rahatsız etmeye başlıyordu. Fakat bu yakınlaşmalara rağmen Sünni Kürtlerin gözünde Ezidilere karşı buzların eridiği de söylenemez. Ezidiler için kurulan yerleşim yerini ziyaret eden bir Sünni Kürt gencine “Ezidi misin?” diye sorulduğunda alınabilen “Haşa!” yanıtı bunun en büyük göstergesiydi.
Sincarlı Ezidilerle Türkiye’dekiler arasındaki en büyük kültürel farklardan biri de Müslüman komşularının ayrımcı ifadelerine daha az alışkın olmalarıydı. Bu nedenle her an, Viranşehir’de bir Sünni Kürt’ün kendisine espri ile karışık da olsa “Müslüman olsan kurtulurdun” dediği için sinirlenen bir Ezidi yaşlısına rastlamak mümkündü.
Türkiye’de başlarına ne gelirse gelsin tüm Ezidilerin ortak dileği geri dönmek istedikleri Sincar’ın IŞİD’den “temizlenmesi”ydi. En büyük korkuları ise Birleşmiş Milletler’in soykırım uyarısının gerçek olması ve bir gün mezarları başında, “Ey ölü kişi! Gelecektir üzerine Münker ve Nekir melekleri! Sana soracaklar: Hangi dindensin? Sen, de ki ben Ezidi’yim” diyecek bir kişiyi bile bulamamaktı…