Egeli Olmak


Egeliler, modern insanın hayal sığınağı topraklarda yaşarlar. O hayallerin içinde bir ömür sürerler. Birilerine ilham verir, onların kahramanları olurlar…
Yazı: Bedia Ceylan Güzelce/ Fotoğraf: Sinan Çakmak
Didim Apollon Tapınağı’na yakın bir yerlerde büyüyen bir çocuğa bir metropoldeki hangi yapı görkemli ya da estetik gelebilir diye düşünüyorum. Bir Egelinin en çok denizi ve her an insanı yakalayan güneşi özleyeceğini fark ediyorum. Sahip olmak tutkusunun yerini sükûnet almış. Herhangi bir şeyi uzun süreler bekleyebiliyorlar. Hasat zamanını, sevdiklerini, yazı, kışı… Kolay kolay öfkelerine yenik düşmüyor, sinirlenmiyorlar bu nedenle de. Dinginlik bir ses gibi denizden dağların içlerine kadar yayılıyor. Zaman algılarının oldukça geniş bir aralığı kapsaması, Ege’yi hem kadim hem de tarihsel kılıyor. Dünya tarihinin büyümeyen torunları, Egeliler, modern insanın hayal sığınağı topraklarda yaşarlar. O hayallerin içinde bir ömür sürerler. Birilerine ilham verir, onların kahramanları olurlar. Kutsal alanlarda yürür, birkaç mit bilir, doğayı tanır, sağlıklı beslenirler. Coğrafya ve tarih, “kusursuz bir buluşma” için burayı seçmiştir. Onlarsa, deniz kıyısına oturduklarında başka bir ülkenin ışıklarını seyrederek düş kurarlar.
Egeli, öyle çetin şartlarla boğuşmaz ya da yaratıcılığı beslediği ileri sürülen yoksunluklarla pek karşılaşmaz. Yine de edebiyat ve bilimin, sanat ve estetiğin dünyaya dağılan kolları burada birleşir, kaynağını yine buradan alır. Anadolu’nun geri kalanına göre daha fazla refah içindedir. Egeliler, kendini zaman ile besleyen tarihin göbek bağı üzerinde yaşayan insanlardır. Kıyılara yaklaştıkça Yunan radyolarından rebetikolar duyar, Dilek Yarımadası’nda yaban domuzlarını elleriyle besleyebilirler. Yabani hayvanlara, yırtıcı kuşlara alışkındırlar. Onları hem sever hem de tehlike anında ne yapılması gerektiğini bilirler. Sığacık’ta olduğu gibi bir Osmanlı kalesi içerisine sığabilir, burada mütevazı bir yaşam sürebilirler. Müzik yaşamlarının ta içindedir, fakat Trakya’daki kadar belirgin değildir. Hemen her köyde bir bağlama ustası, akşamüstü sazı eline alıp, günbatımını karşılayabilir. Klarnetin sesini, bağlamanın tınısını severler. Batı Anadolu kültüründen söz ederken yalnızca belli bir dönemi ya da coğrafyayı değil, tarihöncesinden bugüne yansıyan süreci, Gökova’dan Çanakkale’ye uzanan bir alanı düşünmek gerekiyor.
Kıyı ile dağlık kesim arasındaki değişkenlik, kentsel yapıdan toplum yaşamına kadar kendini gösterse de Ege’nin diğer bölgelerden ayırt edici ve kendine has dengelerini bulmak için ona kısa bir süre bakmak yeterli oluyor. Egeli, kin gütmez veya kendi kanununu kendisi koymaya çalışmaz. Kanun koyma dediğimizde akla gelebilecek en başına buyruk yaklaşım efeliktir belki. Ancak efelikte düşman devlet ya da doğrudan bireyler değil, halkın çıkarlarına ters düşen, halkı zorbalıkla güç durumda bırakan ve yoksulluğa iten güçlerdi. Devletten yardım görmeyen halkın içinden bazı sivrilmiş karakterler, dağlara çıkarak zenginden alıp fakire dağıtmış, haklıyla haksızı birbirinden ayırmıştı. Bu yüzden eşkıya değil, efe sayılmışlardı. Herkes kendi kadar görünür, ne daha az ne daha fazla. Yaşamın sesi tam kararında açılmıştır. Orada hiçbir canlı, kendini öne çıkarmaya çalışmaz ve bir şey söylemek için sabırla sırasının gelmesini bekler. Egeli olmak, beklemeyi, tarihe sükûnet ve olgunlukla tanıklık etmeyi bilmektir. Önce düşünmek sonra hareket etmektir, efeliktir.