Kardeş Sazların Düeti “Arpanatolia”

Arpanatolia bir kardeş sazlar projesiydi. Kardeş sazların uyumlu bir düetiydi. Anatolia “Güneşin doğduğu yer” demekti. Işığın doğudan yükseldiği bu coğrafyada kardeş sazlar projesi müzik dünyasına doğuyordu adeta. Bir bakıma çalgı kültürünün çok geliştiği Burdur’da; sipsi, cura ve kavalın, müziğe en çok değer veren bir Anadolu uygarlığının enstrümanıyla buluşması doğaldı.

Yazı: Yusuf Erkan / Fotoğraf: İlker Gürer

Ülkemizin önemli türkü havzalarından Burdur-Dirmil’in TRT’ye armağan ettiği TRT Ankara radyosu sipsi ve kaval sanatçısı Ferhat Erdem, zamanla bulunduğu konumu yeterli görmeyip sipsiyi daha fazla yörenin türküleriyle çalmaya ve ardından orkestra ile buluşturmaya yöneldi. Arif Sağ, Erdal Erzincan ve Erol Parlak’ın Trio Concerto For bağlama çalışmaları kapsamında Köln Filarmoni orkestrasıyla yorumladıkları “Serenler Zeybeği”nden sonra o da TRT’de “Gelin Alma Havası”nı opera orkestrası ile yorumladı. Sagalassos Antoninler Çeşmesi’nde “Burdur Suıti” ile başlayan bu süreç, Hitit çalgısı olduğu söylenen arp ile Teke Yöresi enstrümanlarının buluştuğu Arpanatolia Projesi’yle devam etti. Onun yaşamı ile sipsinin evrensele açılan yönü paralel gitti. Sipsi bu gün Dirmil coğrafyasını aşıp orkestralarla icra ediliyorsa, bunda onun payı çok büyüktü. Ki Arpanatolia Projesi’yle başta sipsi ve diğer teke yöresi enstrümanları “World Music”te gittikçe dünya sazı olma yolunda ilerliyordu.

Müziğin tanrısı Likyalı Apollon ile Marsyas veya Apollon ile Pan arasındaki müzik yarışmaları mitolojiye ilgi duyan herkesin malumudur. Apollon ile Pan arasındaki yarışmada Apollon altın lirini dınglatır, Pan kendi icat ettiği “Pan flütü”nü peşinden koştuğu peri kızı Srinks’in kaçarken ki çığlıklarını yakalamak adına üfler. Frigyalı ozan Marsyas ise Athena’nın icat edip çalarken avurtlarını şişirip kendini çirkinleştirdiği gerekçesiyle fırlatıp attığı iki borulu flütü üfler. Yarışmalarda Kral Midas birinciliği Pan ve Marsyas’a verir. Bozdağ’ın (Tmolos) davudi sesiyle birinci ilan ettiği yarışmacı ise tanrı Apollon’dur. Apollon, Pan ile yarışmasından sonra müzik zevkinden yoksun Midas’ın kulaklarını eşek kulağına çevirir. Marsyas’ı bir ağaca asıp derisini yüzer ve Midas’ı her tuttuğu altın olma cezasına çarptırır. Mitolojiye göre arplar ve lirler, güzellik ve erdemle son derece özdeşleşen çalgılardır. Melekler geleneksel olarak arp taşırlar ve aradaki bu ilgi herkesi ve her şeyi liriyle büyüleyen Orpheus söylencesine kadar gerilere gider. Orpheus’un liriyle herkesi büyülemesi gibi arpla herkesi büyüleyen Çağatay Akyol’un müziğine, Ferhat Erdem’in Pan flüt uzantısındaki sipsiyle eşlik etmesi, adeta tanrısal sesleri ortaya çıkarır; dahası tanrıların müziği Arpanatolia Projesi’yle hükmünü sürer. Türkiye’nin önde gelen arpistlerinden Çağatay Akyol ile Arpanatolia Projesi’yle yurtiçinde çeşitli performanslar sergileyen Ferhat Erdem, arp aracılığıyla Yörük sazlarını dünyaya açmayı hedeflediği yolculuğunda emin adımlarla ilerler böylelikle.

Yarışmalarda rakip sazlar gibidir, lir ile flüt. Tanrıların ellerinde ister istemez böyle rollere soyunmuşlardır. Oysa öyle olması gerekmez. Öyle olmadığının kanıtı Arpanatolia projesidir bir bakıma. Arpanatolia ya da Hattuşa Projesi bir Avrupa Birliği projesi olarak başlamıştır aslında. Aynı zamanda farklı ulusların müzisyenlerinin projede yer almasıyla uluslararası bir proje olmuş ve bu projeyle Teke Yöresi enstrümanlarının orkestralarla icra edilmesi süreçlerinin önü açılmıştır. “Bu topraklardan çıkan toprakdaş diyebileceğimiz enstrümanlar niye bir araya gelmesin diye Hitit projesinden ürettiğimiz bir proje Arpanatolia” diyordu Çağatay Akyol. “Kardeş olan enstrümanlar evrensel boyutta bir araya gelsin, müzik dünyasına yayalım istedik. Aslında böyle bir projenin yapılmaması garip. Batıda arp çalan bin tane adam var. Ama arp’ı batıya böyle Yörük sazlarıyla taşıyınca batı başka gözle bakıyor.”

Soyadında arpların ve lirlerin erdemini taşıyan Ferhat Erdem ise “Biz Anadolu’da bizden önceki uygarlıkları reddetmiyor, aksine sahipleniyoruz,” eklemesini yapıyordu. “Arp, Anadolu’da Hititler tarafından lir ve arp olarak, 3700 yıl önce kullanılmış. Hitit liri denilen bir kavram var. Bir Hitit kabartmasında kralın yanında; solunda arpçı, sağında çifteci tasvir edilmiş. Krala müzisyenler eşlik ediyorlar. İnandık Vazosu’nda var bunlar. Anadolu’da gelmiş geçmiş medeniyetler içerisinde müziğe en değer veren uygarlık Hititlerdir. Dolayısıyla Anadolu enstrümanı arp’ı Anadolu’nun sipsi, cura, kaval gibi çok eski yıllara dayanan diğer enstrümanlarıyla neden birleştirmeyelim diye düşündük. Enstrümanların tınılarının birbirine çok kabul görebileceğini varsaydık. Anadolu dediğimiz; bu zengin kültürü bağrında barındıran bu coğrafyada, farklı dönemlerde yaşamış, farklı dönemlerinde hayat bulmuş ve günümüze kadar gelmiş kardeş sazlarını bir araya getirmeyi hedefledik ve Arpanatolia projesi böylelikle ortaya çıktı.” Bu yönüyle Arpanatolia bir kardeş sazlar projesiydi. Kardeş sazların uyumlu bir düetiydi. Anatolia “Güneşin doğduğu yer” demekti. Işığın doğudan yükseldiği bu coğrafyada kardeş sazlar projesi müzik dünyasına doğuyordu adeta. Bir bakıma çalgı kültürünün çok geliştiği Burdur’da; sipsi, cura ve kavalın, müziğe en çok değer veren bir Anadolu uygarlığının enstrümanıyla buluşması doğaldı.

Yarışmacı(!) sazların bir müzik anlaşması olan Arpanatolia projesinin barışçıl mesajları bir yana, ikilinin birbirine bakışı, müzik adına neden partnerleştiklerini de açıklıyordu. Ferhat Erdem, “Türkiye’nin önde gelen arpistlerinden biridir Çağatay Akyol.” görüşündeydi. “Türkiye’nin ilk erkek arpisti. Çağatay, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda çalıyor. Gerçekten çok yetenekli bir arpist. Almanya’da eğitim almış, uluslararası başarıları olan biri. Özgeçmişi çok sağlam. Onunla bu projede yer almamızın temel nedenleri arasında Çağatay’ın geleneksel müziği seven bir yönünün de olması yatıyor. Klasik müzik ikliminde yetişmiş, onun terbiyesini almış bir insanın Anadolu müziğine yönelmesi önemli. Çünkü öbür tarafı bilirseniz; evrensel tarafı yani, bunu nasıl götüreceğinizi bilirsiniz. Dolayısıyla Anadolu ezgilerini yanınıza almanızdaki zorlukları; yabani verileri de aşarsınız. Ehlileştirerek yaparsınız bunu. Bu açıdan bakıldığında Çağatay’ın Anadolu müziğine katkıları üzerinde konuşulmaya değerdir. Çağatay sadece eşlikçi değil. Zaten arp sadece eşlik çalgısı da değil, solo çalgı. Arp, Anadolu ezgilerini çalmada daha önce kullanılmış bir şey değildi. Anadolu ezgileri Çağatay’la başladı havalanmaya Neşet ustanın deyimiyle. ”

Çağatay Akyol ise “Ferhat baba” olarak sesleniyordu müzik partnerine. “Ferhat baba”nın yolu, onunla kesişmeden önce nefesli çalgıların icracılığı, radyo ve televizyon programları, derlemecilik, ustaların albüm çalışmalarına katkılar derken müzikal küpünü epey doldurmuş bir yoldu. Yeni arayışlar içindeydi ve bu arayışların sonucunda bu projede bir araya gelmişlerdi. “Ferhat baba Anadolu ritmine ve hikâyelerine hâkim. Yaşayarak anlatıyor türküleri. Türkü hakkında bilgi veriyor Ferhat. Bir Antep türküsü, bir Bursa türküsü çalmadan önce oralının bile bilmediği öykülerini anlatıyor. Çalışına zaten paha biçilmez. Arpanatolia başlangıçta türküleri çalmaya başladığı zaman, Anadolu insanı hangi ezgileri, hangi tınıları kullanmış, ne bileyim Yörükler hangi sesleri kullanmış bunlara baktık. Biz türküleri melodik anlamda zenginleştiriyoruz. Evrensel boyutta armonilerle zenginleştirerek insanların hoşlanacağı şekilde sunuyoruz. Türkü yorumlarında doğaçlamayı ilk defa arpla çaldık. Böyle bir şey yapılmış değildi.”

Akıllara Yörük sazlarının arpla uyumunun nasıl olduğu gibi bir soru gelebilirdi. Çünkü sipsi kendi yöresinde bile ancak cura düzeniyle birlikte icra edilebilirken, bir Hitit çalgısı olan arpla birlikteliği ve uyumu nasıl olabilirdi? “Nasıl olacak diye bugünkü müzisyenlerin dahi düşünürken tereddütle yaklaştıkları, ya olmaz ama bu adamlar ne yapmışlar, bir dinleyelim bari, diye yaklaştıkları bir proje bu” diyordu Ferhat bu konuda. “Oysa arpla Yörük sazlarının uyumu olağanüstü bir şey. Ayrı dönemlerde yaşamış, hayat bulmuş, dünyaya gelmiş çalgılar uzun süre kardeş sazlar olduklarının farkında bile değillerdi. Biz dedik ki, aslında siz kardeşsiniz, sizin ortak noktanız ananız babanız Anadolu. Dolayısıyla siz bugünün müziğini yapın beraber. Arpanatolia’nın felsefesidir bu. Arp olsun, Yörük enstrümanları olsun koma seslere sahip. O nedenle ben üç telli çalarken arpla hiç sıkıntı çekmiyorum. Çalgıların bir kere yapısal olarak birbirlerini reddeden bir tarafı yok. Öyle olunca arpın Yörük sazlarıyla anlaşması doğal. Örneğin üç tellinin arpa uymasının temel nedeni, perde sisteminin ve mantığının arpla aynı olması, aykırı olmaması. Arpla çalınan ezgilerin Teke yöresini yadsımamasının ana nedeni o kültürü üretenlerin, bu çalgılara göre üretmiş olması ve bu çalgıların da arpla hiçbir sorununun olmamasından kaynaklı. Dolayısıyla müziğimizde bir zenginlik olarak görüyoruz biz bu projeyi. Çağatay bu konuda ‘arp kendini buldu sonunda’ diyor. Çünkü arpın ses zenginliğini bu müzik yukarılara taşıyor.”

Çağatay, Ferhat’ı tamamlayıcı çerçeveden bakıyordu arp ve sipsi uyumuna. “Repertuar olarak, klasik müzik anlamında ve yakışma anlamında arp ve flüt birbirine çok yakışan iki enstrümandır. İkiliyle birçok eserler üretilmiştir. Mitolojik tasvirlerde arpın yanında üflemeli bir çalgı bulunur; ya flüttür bu ya kaval. Mozart, Liebermann gibi ustaların arp flüt konçertoları vardır. Bu düşünceden hareketle sipsi ve arpı yan yana neden çalmayalım dedik. Aslında sipsinin karakteri ve arpın karakteri tamamen zıttır. Sipsi o kadar enerjik bir çalgı ki. Arp bildiğin su sesi. Ama bir araya gelince öyle bir enerji çıktı ki. Sipsiyle Yörük havalarını öyle düzenledik ki. Defalarca çaldık, hiçbir zaman yetti demedim. Her çalışta başka bir enerji geliyor bize. Biz böyle hissediyorsak, dinleyen kim bilir neler hissediyor. Bunun enerjisi her tarafta patladı çünkü.”

Arpanatolia, toprakdaş enstrümanlarla yakaladığı uyumu, gün geçtikçe başka ulusların enstrümanlarıyla da yakalama uğraşısına girdi ve İstanbul Deniz Müzesi’nde, müzikte kesişmeler adına verdikleri konserde olduğu gibi; Japon müzisyen Otsuko Suetomi’nin çaldığı koto ile arp ve Teke yöresi enstrümanları, müziğin evrensel potasında uyumla eridiler.

Arpanatolia’da performans sergilenirken sadece müzik değil, görselliğin içinde bir müzik sunumu vardı. Ferhat konseptlerinin nasıl olduğunu anlatıyordu. “Konseptimiz şöyle; bir sahne düşünün ve bir ezgi düşünün. Arp ve diğer Anadolu sazları çalınıyor. Arkada bu türkünün felsefesine uygun olarak barkovizyonda hareketli ve durağan resimler gösteriliyor. Arpanatolia’da kullandığımız görselin ilk karesi de sipsi ve arptır. Siz arp ve sipsiyi o resmin içinde görüyorsunuz. Su gibi süzülüyor arkada bir şey. Arp müthiş güzel bir çalgı. Hem kendi hayal dünyanız var hem de müziği dinlerken arkada o müziğin seyrine uygun resimler geçiyor. O dönemin stilize edilmiş giysilerini giyerek müziği icra ediyoruz. Yani tarihin içinden çıkmış insanlar gibiyiz. Bunu sen orada hem görselle hem müzikle dinleyince etkisini görüyorsun.” Ferhat Erdem ve Çağatay Akyol bu özellikleriyle Hitit kralının sağındaki ve solundaki kabartmaların canlanıp günümüze ışınlanmış halleri gibi müzik yapıyorlardı. Onlar tarihin derinliğinden çıkmış müzisyenler olarak; dinleyicilere ders vermeden, çaldıkları her şeyin derinliğini ve felsefesini veren tarzda konuşmalar yapıyorlardı. Ardından performans geliyordu.

Su akışı duruluğunda müzik yapan Arpanatolia, müziğini icra ederken enstrümanlara değil, yüreklere dokunan ve oradan yükselen bir gruptu. Globalizm savruluşlarında insanların DNA’larına dokunup, benliklerine dokunup adeta kendilerine getiren icralar, dinleyicileri ister istemez içsel bir yolculuğa çıkarıyordu. Küçükken kulağımıza fısıldanan ezgilere gidiyordu insanlar. Annesine babasına, bağının bahçesinin tarlasının kokusuna gidiyordu. Yaylalardaki çimen kokusuna, gürül gürül akan su seslerine gidiyordu. “Yahu böyle türkülerimiz vardı” diyordu insanlar.

Peki, Ferhat, o nereye gidiyordu acap sipsisini yeşil yeşil öflerken, ya da üç tellisine dokunduğunda, yitik bir ruhun peşine düşerken? Kim bilir Dalaman Çayı vadisinde hissediyordu kendini.

Ferhat sipsisini üflediğinde cansız kamış canlanıyor, dile gelip meşrebince seslenmeye başlıyordu. Sipsi Dalaman Çayı kıyısında bir yeşillik oluveriyor, inanılmaz seslere bürünüyordu geçmişe dair. Ferhat’ın sipsisi ta ötelerden susmayan, bitip tükenmek bilmeyen bir uzun havaydı ve Trimili sessizliğine atılmış bir çığlıktı. İnanılmaz sesler dökülüyordu kargıdan insanlık hallerine dair; aşk, acı ve özlem çığırıyordu sipsi. Akan sular duruyor, Dalaman Çayı bu güzelim türkünün büyüsünü bozmak istemiyordu sanki. Toroslardan esen rüzgâr, kavakların ve servilerin arasına girip tatlı bir uykuya dalıyordu Trimili’de o zaman. Sipsi sesi ninni gibi geliyordu rüzgârlara. Sipsinin çığlıklarının sarıverdiği alaeğriler, türküde adı geçen dağlar taşlar, çiçekler, böcekler ve ağaçlar, Toros sediri ormanları; hasılı tekmil doğa gıptayla sipsiyi dinliyordu. Doğa susuyor, sipsi konuşuyordu. Doğanın bağrından çıkan kamış, sipsiye hayat veriyordu. Sipsi kendisi susuyor, sesine yol veriyordu. Her alet gerçekte kendi derdini anlatıyordu; sipsi de öyleydi. Başkasının derdine yanmadan önce kendi derdine yanarmış gibi sesleniyordu. O büyük bir sesti, yücelerden sesleniyordu.

Ferhat, çaldığı üç tellide bir boğaz havası tuttururken, bir dağ doruğunda bir duguk kuşu ötüyordu. Sonra bir kuzu meliyordu ağıldan, bir keçi taştan taşa atlıyordu çan sesleriyle, bir at kişniyordu şiirsel Trimili’nin yaylasından. Onun dışında tekmil doğa; toprak, su ve hatta Çalıca’nın kireç ocağı ateşleri huşu içinde dinliyorlardı, sisli bir hava gibi Trimili coğrafyasını kaplayan üç telli sesini. Ardından Trimili yaylalarındaki yılkı atları dörtnala bir koşu tutturuyorlardı. Atların nal sesleriyle yankılanıyordu sessiz vadiler.

Yetmezdi…

Nal seslerine atlı tanrı Theos Alandros, Trimili yaylalarından eşlik ederdi. Boğazın tınıları Oyuk Dağı’nın zirvelerinden yankılanırdı. Trimili coğrafyasının kayalıklarında yer eden yıldırımlar tanrısı Various/Zeus misali tınılar Oyuk Dağı’nın kayalarına kazınırdı. Yağmur suları Dalaman Çayı’nın kollarını oluşturan derelere karışır, sonra Dalaman Çayı’nın coşkusunu alıp, gümbürdeyerek, dolup taşarak, Trimili esintileriyle Akdeniz’e ulaşırdı. Likyalıların ana yurdundan okyanusların sonsuzluğuna, adeta müziğin evrensel boyutuna ulaşırdı onun çaldığı türküler. O evrensel boyutta Çağatay Akyol’un arpıyla buluşurdu üç telli. Bir Çiğdem Havası tuttururlardı dem tadında. Sonra Ferhat üflerdi zambırını, Çağatay dınglatırdı arpını.

Öyle bir an gelirdi ki müzikleri dinlenirdi Anadolu coğrafyasında, susardı Tekelinin tınısı, susardı Anadolu’nun müzisyenleri…

Dalaman Çayı vadisinden başını kaldırdığında, World Music konseptinde, uluslararası festivallerde dünya kazan onlar kepçe dolaşmakta olduklarını görürdü Ferhat. “Kendi içinde armonisi olan ve Anadolu’ya çok güzel armonik tınılar kazandıran bir bölge Teke Yöresi. Yöremizin ezgilerinin dünyada inanılmaz ses getireceğini düşünüyorum. Çünkü bu World Music’te bu tarz etnik müzikler çok seviliyor” derdi bu konuda. Teke Yöresi müziğinin arpla birleşerek, konserlere yeni şeyler öğrenmeye gelen, beklentili batı insanına hitap eden yönüyle Arpanatolia, World Music konseptine cuk oturan yönüyle de önü açık bir gruptu. Tanrılar gibi değil, kimseyle yarışmaksızın var olma ve kendi kendilerini aşma çabasındaki müzisyenlerimiz, müzik zevkinden yoksun olmayan kulaklara çalarken, arpın su sesinde evrensel bir yolculuğa çıkarırlardı. Dinleyicilerin jüri olmak gibi kaygıları yoktu, anı yaşarlardı.

Arpanatolia’nın geniş kitlelere duyurulması konusunda bir başka gelişme de bir belgeselin hazırlanmasıydı. Yakında gösterime girecek olan belgeselle müzik dünyamızın görsel hafızasında yer alacaklardı. Fakat onları şu günlerde en çok heyecanlandıran proje “Arpanatolia Antik Kentlerde Projesi”ydi. Hangi coğrafyaya giderlerse o yörenin bir antik kentinde oranın türkülerini icra edecekleri bir konsept onları yenileyecek bir projeydi. “Ülke olarak ekonomik sermayemizi bitirdik.” görüşündeydi Ferhat. “Sosyal ve kültürel sermayemizi Arpanatolia Antik Kentlerde Projesiyle sürdürmek istiyoruz. Bu iş senfonik yapılırsa dünyaya yayılır. Şimdiden yerel ezgileri orkestrayla görmenin heyecanını yaşıyoruz. Çünkü geleneksel türkülerimizi yeni şekilde yorumluyorsun orkestralarla. Sosyal kültürel sermayemizi bugünün evrensel anlayışıyla devam ettirmeye çalışmak gerekiyor. İlgi burada, gündem dünyada World Music’te. Kıymetli olan değerli bir şey var burada. Bu projede aralarında Kültür Bakanlığının da olacağı sponsorlara gereksinimimiz var.”

Türkiye’yi çok doğru bir biçimde, Arpanatolia’nın felsefesine uygun biçimde dünyaya tanıtacak bu proje, umarım yakında gerçekleşir ve biz onları Hieropolis tiyatrosunda, Efes tiyatrosunda, Aspendos tiyatrosunda ne bileyim Kibyra odeionunda senfonik orkestralarla çalarken görürüz.