Kutsal Şehir Hierapolis
Kalsiyum karbonata bürünmüş yamaçlar bakir dağ buzulları gibi ışıldıyor. Deprem çatlaklarından sızan suyun ılgın sürekliliği gerçekliği zorlayan güzellikteki havuzların birinden diğerine dökülüyor, saf beyaz yumurtalarını etrafa saçarak her yemişin çiçek verdiği bir ovada son buluyor.
Yazı ve Fotoğraf: İlker Turan
Doğanın bahşettiği bu mucizenin onu uzaktan da olsa görenleri ve duyanları şeker görmüş arılar gibi çekmesine kim şaşırabilir? Suyunun hikmetine koşan kadim halkların kurduğu sağlık tesisleri zamanla büyüyor ve konuklarını dantelli etekliği ile karşılayan kutsal bir şehire yani Hierapolis’e dönüşüyor. Kutsal Şehir Hierapolis, Yunan, Roma ve Bizans dönemleri boyunca cazibesini yitirmiyor. Öyle ki tüm binaları yerle bir eden korkunç depremlerin ardından bile ayağa kalkmayı başarıyor. Böylece her kültürün bedeninde bıraktığı izleri gururla taşımaya devam ediyor. İkinci bin yılın başlarında Anadolu’ya akın eden Türklerin şehri tutmasıyla geleni gideni azalıyor ve sonunda halkının Denizli’ye göçüyle birlikte ıssızlığa gömülüyor.
İşte bu derin uyku 20. yüzyıla değin sürdü. Arkeolojik kazıların başlamasıyla birlikte Hierapolis’in eşsiz bedeni yeniden güne çıktı. Hamam, tiyatro, nekropol, agora, kilise, kale ve caddeleriyle dört dörtlük bir şehirdi. Üstelik şifalı sulara ve fantastik bir doğaya sahipti. Kısacası Hiera çok iyi “fotoğraf” veriyordu. 80 darbesi sonrası iktidarı ele geçiren neoliberaller paranın kokusunu almakta gecikmedi. Hoyrat ve kıllı eller Hiera’ya uzandı. Bu acımasız metalaştırmanın sonucunda kadim şehrin merkezine oteller inşa edildi, kalıntılar tahrip edildi. Hiera’nın etekliği asfalt bir yolla kirletildi.
Afişler, reklam filmleri ve tanıtımlar sonuç verince yabancısı yerlisi onbinlerce turistin istila ettiği travertenler her adımda biraz daha karardı. Kutsal Şehrin dibine yapay bir göl yapıldı ve buradaki Akköy’ün adı da Pamukkale’ye dönüştürüldü. Niteliksiz oteller ve pansiyonlar pıtrak gibi çoğaldı. Neden sonra akıllar başa gelir gibi oldu; oteller yıkıldı, asfalt kazındı ama kayıplar büyüktü. Laissez-faire zihniyeti Hiera’dan uzaklaşmıştı sanki. Aslında hemen etrafındaki coğrafyayı sayısız maden ocağıyla delik deşik etmekle, çöle dönüştürmekle meşguldü. Artık bir hastalık gibi tüm Anadolu’yu sarmıştı.