Yedikule Bostanları

Zaman zaman dönüşümlerle ve yıkımlarla gündeme gelen Yedikule Bostanları’nın tarihi Bizans’a kadar gidiyor.

Yazı: Deniz Koç / Fotoğraf: Tolga Sezgin

UNESCO tarafından 1985 yılında Dünya Mirası olarak kabul edilen İstanbul Kara Surları’nın etrafındaki bu tarihi bostanlar, su kuyularıyla, havuzlarıyla, ahırlarıyla, ahşap yapıları ve teraslama sistemiyle bilgi birikiminin yüzyıllardır nesilden nesle aktarıldığı bir kültürel miras niteliğinde. Bugün burada yetiştirilen meyve, sebze ve otları Bizans İmparatoru VII. Konstantin Porphyrogenitus için 10. yüzyılda kaleme alınan ve Konstantinapolis’teki tarım faaliyetleriyle ilgili bilgilerin derlendiği 20 ciltlik Geoponica adlı kitapta dahi görebiliyoruz. Arkeolog Alessandra Ricci, metnin yılın farklı zamanlarında yetiştirilen ekinlerle ilgili sistematik bilgi verdiğini  söylüyor. Ricci, “İstanbul’da Manevi Kültürel Miras: Kara Surlarının Bizans Bahçeleri” başlıklı yazısında Bizans zamanında bu tür ürünlerin kara surlarının dibinde, 13 kilometrekarelik bir alanda yetiştirildiğine dair bulgular olduğundan söz ediyor.

Osmanlı zamanında, İsmail Paşa ve Bayram Paşa’ya ait olan bostanların da aralarında bulunduğu Yedikule Bostanları’na ve burada çalışan bostancılara dair en ayrıntılı bilgilere 1735 tarihli bir Kefil Defteri’nde rastlanıyor. Harvard Üniversitesi’nde Osmanlı tarım teknolojilerini inceleyen ve aynı zamanda Yedikule Bostanları’nı Koruma Girişimi’nin üyesi olan Aleksandar Şopov, Yedikule’deki bostancıların çoğunun bu işi Arnavut ve Makedon bostancılardan öğrendiğini anlatıyor. Şopov, “Dünyanın farklı şehirlerinde tarihi daha da eskiye dayanan pek çok bostan var fakat bunların çoğu ya manzara bahçesine dönüştürülmüş ya da belediyenin burada yapmak istediği gibi park haline getirilmiş durumda. Yedikule’yi eşsiz kılan, hâlâ mahsul veriyor oluşu. Hâlâ Osmanlı zamanından kalma kuyulardan çıkarılan su kullanılıyor” diyor.

Bir ayağı 10 yıldır sürekli bostanlarda olduğundan Şopov, Türkiye’nin çılgın projelerle yeni baştan inşa edildiği bu dönem boyunca Yedikule’deki değişimi gözlemleme imkânı bulmuş. Yedikule Bostanları’nın daha önce de çok defa tahrip edildiği bostancılar tarafından sık sık dile getiriliyormuş. Örneğin 1999’da bozulan bir bostan, kurban kesim yerine dönüştürülmüş. Malcı Çırağı Mehmet Paşa Camisi’nin yanındaki bostanın bir kısmı tahrip edilip yerine belediye tarafından bir restoran ve dinlenme tesisi inşa edilmiş. Yine 1980’de bir başka bostanın yerine Atılgan Sitesi dikilmiş. “Bunlar hep bostancıların anlattığı, yazılı olmayan hikâyelerdi” diyor. “Yakında bostan diye bir şey kalmayacağını söylüyorlardı hep. 2010’da Yedikule Konakları inşa edilmeye başlandı. O sırada ben de oradaydım. İsmail Paşa Bostanı sınırındaki incir ağaçları, siteye bahçe duvarı örmek için söküldü. Konakların yapıldığı yerde eskiden bir bostan ve tarihi bir su kuyusu vardı. 1990’lı yıllarda burası önce futbol sahasına dönüştürülmüş, sonra imara açılmış. Zaten bu işler böyle oluyor. Bostanlar önce park, oyun bahçesi ya da futbol sahası gibi ‘kamusal’ bir alan haline getiriliyor, ardından bunların olduğu yere binalar dikiliyor.” Umalım ki erk sahipleri, yüzyıllardır topraktan alınıp nesilden nesle aktarılan bir bilgi birikiminin el emeğiyle birleştiği bu kentsel tarım alanlarının, İstanbul’un dünyanın gelişmiş kentlerine ilham veren sürdürülebilir bir kent modeli haline gelmesine vesile olabileceğini görsünler.