Türkünün Eski Adı “Hada”
İnsanoğlunun vücudunu kullanarak ortaya çıkardığı en eski müziğin yansımasıdır Hada. Burdur’un Aziziye Köyü’ndeki Sarıkeçili Yörüklerinin yaşatmaya çalıştıkları bir gelenektir…
Yazı: Yusuf Erkan / Fotoğraf: Umut Kaçar
İnsanoğlu’nun vücudunu kullanarak ortaya çıkardığı en eski müzik ürünlerinin günümüzde bir yansıması olan Hada’nın tarihi eskilere dayanıyor. Hada, Antalya, Isparta, Denizli üçgeninde yaşayan Karakoyunlu ve Osmanlılardan gelen aşiretlerde “boğaz çalma” ve “boğaz havası”, Adana çevresinde yaşayan Karakoyunlular ve Anamur Akine Köyü’ndeki Yörükler tarafından “hollu” olarak adlandırılıyor. “Boğaz çekme” ve “ümük boğazı” gibi terimler de kullanılıyor. Orta Asya pentatoniğini hatırlatan bir çatıda yaratılan ve müzik folkloru bakımından önemli olan Hada; internet ortamında iletişimin sağlandığı günümüzde, boğaz çalma yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılan bir iletişim şeklidir. Güney Anadolu’daki Yörüklerde daha yaygın olan bu gelenek Antalya, Denizli dolaylarında, Burdur’da ise Aziziye Köyü’nde yaşayan Sarıkeçililerde görülüyor.
Muhtar Ahmet Can yıllardır Hada yapıyor. Kartal kanadından düdükler yapan Şevket Çeler ile bir ikili oluşturup birçok festivale katılmışlar. “Aziziye’deki tüm çocuklar küçükken Hada yaparlardı çocukluğumda” diyor. “Ses değişimine gitmeden güzel olur Hada. Çocuk sesine uyar. 15-16 yaşını geçtin mi olmaz. Ben artık dede oldum. Örnek için söyle diyorlar, söylüyorum.” Hada’nın neden kaynaklandığını sorduğumda “Müzik ihtiyacı olsa gerek, önceleri televizyon yok, radyo yok çobanların kendi aralarında müzik eğlence atışması” şeklinde yanıtlıyor. Ahmet Can işin cinsellik boyutunu söylemek istemese de konuyu biraz açınca değinmeden edemiyor. “Genç kızlar evlenince bırakırlar zaten” diyerek cinsel çağrışımlı bu edimin evlenme çağında bırakılması gerektiğini vurguluyor. Peki diyorum, “Erkek çobanın çaldığı kavala karşılık eğer kız çoban erkek çobana ilgi duymuyorsa nasıl davranır, yine Hada yapar mı?” “Hada yapabilir, fakat yaptığı bu Hada karşılık şeklinde bir atışma değil, dalga geçer tarzda olabilir ya da hiç karşılık vermez. Çoban anlar ki kızın kendinde gönlü yok, vazgeçer.” Aziziyeli halk sanatçısı Alaeddin Atasoy ile konuşurken konu netleşiyor. Atasoy “Sazın olmadığı dönemlerde yaylada kızlar ve oğlanlar birbirlerine söyleyemedikleri duygularını atışarak söylerlerdi” diyor ve devam ediyor “Oğlan ve kız çobanlar Hada yaparak anlaşırlardı.” Küçüklüğünde Hada yapıp yapmadığını soruyorum. “Yaptık. Koyun keçi güderken birbirimizle atışırdık. Örneğin oğlanlar:
Kalede yılan öter
Dibinde güller biter
Esmer yarin koynunda
Çiçeksiz meyve biter, derlerdi. Buna karşılık kızlar:
Trenin demirleri
Ateşin kömürleri
Sevgilim diye diye
Mahvettin ömürleri, şeklinde karşılık verirlerdi. Bu kez oğlanlar:
Çamdan sakız akıyor
Kız nişanlın bakıyor
Koynunda memeler
Turunç gibi kokuyor, derlerdi. Kız çoban eğer erkek çobanı beğenmiyorsa:
Taş başına çıkarım
Köyü ateşe yakarım
Senin gibi oğlanı
Çamurdan da yaparım, diyerek karşılık verirdi.
Ahmet Can’a “Çobanlar bu geleneği sürdürüyorlar mı hâlâ?” diye soruyorum. “Hada geleneği yok artık. Kavalın küçüğüne düdük deriz. Onu bile çalan yok.” “Peki hiç öğretmeyi düşünmediniz mi başkalarına?” “Ara sıra öğretelim çocuklara diyor, öğretmenler. Ben de varamıyorum. Öğretsek iyi olacak. Yoksa bizlerle ölecek gibi bir şey.” Gerçekten de bu gelenek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya idi. Can’ın bu geleneğin ölmemesi için bu işi sürdürdüğü anlaşılıyordu. Öyle ki Ahmet Can “Hada” geleneğinin Burdur’da yaşayan son temsilcilerinden birisiydi. 1955 yılında kurulan ilk Aziziye Folklor Ekibi’nde Mustafa Ceylan ile birlikte Hadacı olarak yer almıştı, şimdilerde ise Osman Ceylan ile geleneği sürdürüyordu.
Ahmet Can’ı dinlerken Hada tekniklerini de izledim. Can;
“Ak koyunum yüz olsa
Güttüğüm yerler düz olsa
Ben koyunu güderim
Arkadaşım kız olsa,” dizelerini sözle söyledikten sonra başparmağını boğazının ön yüzüne bastırarak “O ooo o” şeklinde sesler çıkartıyor. Can, ezgide perde değişimi için parmağını aşağı yukarı hareket ettiriyor. Can’ın Hada yaparken çıkardığı ses kaval sesini andırıyor. Bu da aslında son derece doğal. Çünkü Hada “Tınısal tasarım olarak temelde kaval sesini taklit etmeye yönelik bir edim ve bu nedenle boğaz çalma terimi ‘söyleme’ yerine ‘çalma’ kelimesini kullanarak edimin doğasını iyi betimliyor.” Çalgıları çalmanın çoğunlukla erkeklere özgü olduğu yerlerde kızların, kadınların kaval yerine boğazlarını çalgı gibi kullanıp kaval çalanlara yanıt vererek iletişimi sağladıkları açık. Kızlar; kavala, kavala benzer seslerle karşılık vererek iletişimi dikkat çekmeden sağlarken aynı zamanda enstrüman çalmamanın dezavantajını da ortadan kaldırmışlar. Bir çadırdan diğerine mesaj gönderirken ya da bir kız çobanın kendisine ilgi duyan uzaktaki erkek çobanın çaldığı kavala karşılık duygularını iletmesinden doğduğu sanılan Hada, Aziziye Köyü’nde yaşayan Sarıkeçililerde istisnai bir durum olarak cinsiyet sınırlamasını aşıp hem kızlar hem de erkekler tarafından gerçekleştirilmiş. Ahmet Can gibi yaşlılar ve halk sanatçıları ise boğaz ezgilerini her yerde çalıyorlar, oyun havasına bile sokuyorlar. Halil Bedi Yönetken’in kaydettiği gibi oyun, yarışma, atışma gibi nedenlerle de çocuklar kendi aralarında boğaz havası söylüyorlar. Ahmet Can devam ediyor.
“Tabancamı doldurdum da atmıya
Yarim çıkmış karşıdan da bakmıya
İkimizde bir boydayız bir denkte
Doyulur mu sarılıp da yatmaya.”
Ahmet Can bu sefer başparmağını boğazının yanlarına bastırarak sesleri çıkartıyor. Fakat bu ayrı bir teknik değil. Hada’da iki teknik var. Birincisinde başparmaklar boğazın ön yüzüne ya da yanlara bastırılarak sesler çıkartılıyor. Ahmet Can’ın yaptığı da bu teknik. Diğer teknik de işaret ve orta parmaklar boğaza dik ve bitişik tutularak ses çıkarılıyor. Yetkin Özer ve Levent Ergun bu tekniğin ender görülmekle birlikte Bosna’da boğayı dövüştürmek için sığırtmaçların söylediği “deleganje ezgileri” ile benzerliği bakımından önem taşıdığını kaydeder. Alp dağlarında yaşayan köylülerin bir iletişim türü olan “yodel” sesi gür olan habercilerin zirveler arasında ahenkli sesler çıkartarak birbirlerine bağırması ve bu seslerle çevre dedikodusunu etrafa yayması şeklinde gerçekleşiyor. Yodeller, İngilizce’de “Jodel”, Almanca’da “Jodeln” olarak adlandırılıyor. Yodellere İsviçre ile Avusturya’nın Tirol ve Almanya’nın yukarı Bavyera Bölgesi’nde rastlanıyor. Çin’in ve Amerika kıtasının dağlık bölgelerinde ve Afrika pigmeleri ile Avusturya yerlileri arasında da yodellere rastlanıyor.
Sarper Özsan “İsviçre Alpleri’nde görülen yodellerin tarzının Teke Yöresi’nde görülen boğaz havaları ile aynı olduğu, ancak müziğinin değişik olduğu” görüşündeydi. Ona göre yodeller ilginç ses kırılmaları yaratır. “Ses, kafa sesinden göğüs sesine, göğüs sesinden tam sese ani ve kırılarak geçer. Yodel’i genellikle erkek yapar ve parmaklarını kullanmazlar. Bizde ise daha çok çoban kız çocukları yaparlar ve mutlaka başparmaklarını veya başparmakla birlikte işaret parmağını gırtlağını yönlendirmede kullanırlar.”
Halil Bedii Yönetken “Derleme Notları”nda “hata” olarak adlandırdığı boğaz havalarına değinir. Ona göre “hatalar” tamamen Orta Asya pentatoniğini hatırlatan bir çatıda yaratılmışlardır ve müzik folkloru bakımından büyük dikkatle incelenmeye ve korunmaya değer bir konudur. Yönetken, “İnsan Aziziye Yörük çocuklarından bu “hata”ları dinlerken kendisini tamamen Türkiye dışında, Orta Asya Türkmenleri arasında sanıyor” diyerek bu konudaki görüşlerine son verir. 1942’de Aziziye’ye gelen Yönetken “Köyün saz çalan güzel sesli muhtarından parçalar kaydettik, bize Afşar Beyleri’ni söyledi, onu Teke Zortlatması’na bağladı” şeklinde Musa Başer’den de sözetmiş. Ahmet Can’a Yönetken’i hatırlayıp hatırlamadığını soruyorum. “Hatırlıyorum. Musa Başer’in muhtarlığı zamanında gelmişlerdi. Yanında Vedat Nedim Tör vardı. Daha sonraları Ahmet Günday ve Sümer Ezgü de geldiydi” diyor. Ahmet Can Hada’nın düdükle, kavalla ve sipsiyle beraber olabileceğini, boğaz çalmanın kimi özelliklerinin aynı türküde bile aşiretten aşirete değişebileceğinden söz ediyor. “Bir nevi makam oluyor” diyerek her sözün ayrı bir ezgi ile söylenebileceğini bazen farklı sözlerin aynı makamda söylenebileceğini anlatıyor. “Siz Hada’ya, türkünün eski adı, diyormuşsunuz öyle mi?” diye sorunca, “Bir nevi o da türkü. Türkünün eski adı bu Hada şeysi” diyor. Son olarak Aziziye’ye ilk yerleşen Sarıkeçililer arasında “Hadacılar” adında bir sülale olduğunu bunların Hada yapıp yapmadıklarını, bu konuda bilgisi olup olmadıklarını soruyorum. “Hadacılar ya lakapları ya da Hada yaptıkları için o adı almış olabilirler” diyerek yanıtlıyor.
Hamit Çine boğaz havalarını, “Teke Yöresine yerleşmiş Yörüklerin konar-göçer olarak yaşadıkları zamanlarda, 12-16 yaş arasında kız ve erkek çocukların, baş ve işaret parmaklarının yardımıyla gırtlaklarında meydana getirdikleri ezgiler” olarak tanımlıyor. Ona göre “Etnik yapısıyla olay gırtlakta, diğer bir deyimle boğazda oluştuğu için bu adı almıştır. Orta Asya orijinli olan boğaz havaları, Yörükler tarafından Anadolu’ya getirilip uzun yıllar süren aşamalardan geçerek, gırtlaktan çobandüdüğüne, sipsiye, kavala ve son olarak da üçtelli bağlamaya uyarlanmış olarak, bugün hiçbir ülkede görülmeyen bir form ve tavır göstererek, müzik folklorumuzun bir türünü oluşturuyorlar.”
Teke Yöresi’nde on yıla yakın araştırmalar yapan etnomüzikolog Jérôme Cler hazırladığı “Güney Türkiye’de Müzik ve Köy Müzisyenleri” adlı tezinde boğaz havalarının yöredeki türkülere ezgisel temel oluşturduğunu yineler.
Yodellerin bizdeki gibi insan boğazından çalgılara geçip daha da gelişerek, sazlarda yeni yapı ve tekniğe dönüştüğü yolunda bir bilgiyle rastlanmıyor.
Boğaz havalarının ilk çıkış kaynağı olarak bilinen insan boğazına özgü uygulamada doğadaki hangi sesin taklit edilmek istendiği net değildir. Ancak Teke Yöresi’nde dugguk kuşuna yönelik boğazlar dikkat çekmektedir. Ki bu kuşun yöre insanının gönlünde ayrı bir yeri vardır. Yörede yaygın olarak çalınan “Duguk Boğazı” ve “Duguk Karşılaması” gibi varyantlar kuşun seslerinin boğaz havalarına geçmiş örnekleridir. “Çömlek Kırdıran Boğazı”,“Çörten Boğazı”, “Dirmil Boğazı” ve “Kozağacı Boğazı” Hadaların enstrümanlara uyarlanmış diğer örnekleridir. Şimdi hayatta olmayan Çörtenli Hüseyin Karakaya’nın boğaz havalarını bağlama ile en iyi çalan halk sanatçısı olduğu biliniyor. Erol Parlak’a göre Hüseyin Karakaya, Ramazan Güngör ayarında bir halk sanatçısıydı ve boğaz havalarında Ramazan Güngör dahil tüm ustalardan daha üstün bir icraya sahipti. Boğaz havaları üç tellide ve bağlamada mızrap kullanmadan parmakla icra ediliyordu. Tarama, çekme, tıska vurma (tokatlama) ve parmak vurma (döğme) üç tellide görülen teknikler. Bu teknikler içinde parmak vurma dünyada sadece Teke Yöresi’nde kullanılıyor. Boğaz havaları icra edilirken kullanılan, parmak vurma ve tel çekme olarak iki fonksiyonu içeren ses çıkarma ten, tel birlikteliğinin en güzel örneklerinden birini oluşturuyor.