Çobanların Bayramı

Hiçbir şeyin tesadüfe bırakılmadığı bir yaşamın sahibi çobanların onurudur bu bayram. Böğetlerin, el koyunların, çobanların ve yıkayıcıların bayramıdır… Yüzyıllar öncesine dayanan bu gelenek Burdur’un Tefenni ilçesine bağlı Hasanpaşa’da her yıl yaz sonu görkemli bir şenliğe dönüşerek devam ediyor. 

Yazı: Yusuf Erkan / Fotoğraf: Umut Kaçar

Sabaha karşı 04:30 sularında önüme konan bardağın sesiyle uyanıp kahvaltı niyetine çayı yudumladıktan sonra çantalarımı sırtlanıp dışarı çıkıyorum. Bir kaç gün önce kasabaya gelir gelmez kütük atan bir eve konuk olmuştum. Antik kalıntıların ve çevrenin gezilmesi, bir gün önce ise boyanın hazırlanması, el koyunların boyanıp süslenmesi, tostos denilen deneme geçişi ve çobanlarla konuşmalar derken günler geçip gitmişti. Kasabada otel yoktu. Fakat “Çobanların Bayramı” zamanı kasabaya gelenler tanrı misafiri olarak evlere kabul ediliyorlardı. Konuklar herhangi bir evin kapısını çalıp kalabiliyorlardı. Bu gece konuksever Hasanpaşalıların herhangi bir evinde kalmaktansa yunum’a (yıkama) kadarki süreyi açık kalan bir kahvede geçirmeyi tercih ettim. Zaten 02.00’ye kadar devam eden halk sanatçılarının katıldığı konserden sonra uyumak için pek zaman da yoktu. Karanlıkta, kahvelerin bulunduğu meydandan koyunların yıkanacağı böğete doğru, yarı uykulu gözlerle yürümeye başladım. Arabaların aydınlattığı yolda yediden yetmişe bilinmeyen yüzyıllardır devam eden bir geleneği izlemeye gidenler, arabaların kaldırdığı tozlar içinde yürüyorlardı. Yaklaşık 3000 kişi birbirine yakın zamanlarda sıcak yataklarından kalkıp en yeni elbiselerini giyerek hiç yüksünmeden bu saatte yollara düşmüşlerdi.

Böğete, en kestirme yol üzerinde yer alan eski Hasanpaşa’nın bulunduğu toprak damlı evlerden Kavakdibi Mahallesi’ne ulaştım. Üstünde yürüdüğüm taş döşemeli sokaklardan kim bilir kimler gelip geçmişti. Romalılar döneminde yörenin bir yurttaşı olan C.Iulius C.f Fabia Rufus tarafından İmparator Cladius onuruna diktirilmiş heykel kaidesi sol tarafta kalırken evler seyrekleşti ve doğayla baş başa kaldım. Çevremdeki konuşmalar daha çok hangi sürünün birinci geleceği üzerineydi. Rakip çobanların akrabaları bazen birbirleriyle atışıyorlardı. Sabah serinliği, deredeki söğütlerin hışırtısı ve yukarılardaki Kayapınarı’ndan kopup gelen suyun şırıltıları arasında yürüyüşüm sona erdi. Tribün amacıyla yapılmış basamaklı toprak teraslardan birinde ayakta bir süre soluklandım. Gecenin bu saatinde çiğden oturmak mümkün değildi. Şenliği daha önce izleyenler gazetelerin üzerine minderlerini keçelerini atıp kaynatmaya başlamışlardı bile.

Karşı tepeye bakıp görüntüyü seçmeye çalışırken dalıp gittim. Uyku ile uyanıklık arasında gerçekler ile mitolojik öyküler ve efsaneler dünyasında bir süre gidip geldim. Ay Tanrıçası Selene ile ilişkiye giren ve sonunda Latmos (Beşparmak) Dağı’nda tanrılar ve tanrıçalar katında evlenen çoban Endymion’a; İda Dağı’nda (Kazdağı) Afrodit, Athena ve Hera’dan hangisinin güzel olduğuna karar veren Çoban Paris ve Afrodit’le aşk yaşayan çoban Ankhises’ten bu yana yörede yaygın anlatılan “Alakoyun Efsanesi”ne kadar, “ben koyunu güderim arkadaşım kız olsa” diyen çobanlar ve koyunlar hakkında neler yazılıp söylenmedi ki. Akkoyunlular ve Karakoyunlular adıyla devletler bile kuruldu. Hasanpaşa’nın 10 km kadar kuzeyindeki Yuvalak-Kocataş’ta bulunan “Güney Anadolu Tanrısı” olan atlı tanrı Kakasbos’un aynı zamanda “Çobanların Tanrısı” olması ve en yoğun olarak bu kayada bulunması bir tesadüf müydü? MS. 2. ve 3. yüzyıla tarihlenen kabartmalar ile şenliğin bir ilintisi olabilir miydi? Etkinlik, tüm bu birikimin günümüze ulaşmış bir izdüşümüydü belki de. Uyku ile uyanıklık durumu Şafak Tanrıçası Eos’un pembe parmaklarıyla günün kapısını açıp Tefenni’nin kuzeyindeki Eşeler Dağı’nın zirvelerine günün ilk ışıklarını göndermeye başlamasıyla sona erdi. Karanlık yerini alacakaranlığa bıraktı ve karşı tepeyi seçebildim. Birbirine yakın farklı yerlerde öbek öbek sürüler, çobanlar, köpekler ve izleyiciler bekliyorlardı. Sürülerin ilerleyeceği patika yollar böğetin yukarısında birleşiyor ve tek yol halinde aşağıya iniyordu. Yolların birleştiği noktada yüze yakın tüfekli konuşlanmıştı. Çobanların bazılarında da tüfek görülebiliyordu. Önce kıvılcımını seçebildiğim bir tüfek sesiyle ürperdim. Ses, 19.yüzyılda kasabaya adını veren Hasan Paşa’nın eşkıya kovaladığı Rahat Dağı eteklerinde yankılandı ve kaybolup gitti. Ardından kangalların, çakırların korosu başladı. Sonra ürken koyunların çan sesleri duyuldu. Ardından bir tüfek sesi daha ve yine aynı sahneler. Sanki bir sinema salonundaydım ve sahnede net olmayan görüntüler eşliğinde seslerdi duyduklarım. 5000’den fazla mermi atılır demişti Hasanpaşalılar. Abartılı bulduğum bu rakam dünden bu yana her mermi atılışında beni biraz daha ikna ediyordu. Sabahın bu vakti tüfek sesleriyle ilk defa karşılaşıyordum ve bir daha da karşılaşıp karşılaşmayacağım belli değildi.

Hasanpaşa’daki Çoban Bayramı’nın ne zaman ve nerede başladığı hakkında kesin bilgilere sahip değiliz. Sınırlı bir kaç ipucu var ne yazık ki. Muhtar Kutlu’ya göre Anadolu’daki çoban bayramlarının ilki “Koç Katımı”, ikincisi “Davarın Yüzü-Saya” üçüncüsü ise “Hayvanın Doğumu Kutlamaları”. Daha yerel nitelikli “İlk Sağım” ve “Kırkım Törenleri” yanında yayla göçü kutlamalarına da rastlanıyor. Prof. Dr. Şükrü Elçin’e göre Hasanpaşa’daki “Yünüm Böğedi”, Türk boylarında hayvan kültü ile ilgili “Saya Gezme” ve “Saya Türküleri” gibi geleneklerin uzantısını oluşturan bir şenlik ve Ahmet Caferoğlu’na göre de “uğur ve bereketin temsili sayılıyor”. Durdurmak, engel olmak, set çekmek ve toplamak anlamlarına gelen “böğet” Çağataycada, Kırgızcada, Türkmencede, günümüzde de Anadolu ve Rumeli ağızlarında kullanılan bir sözcük. Besim Atalay’a göre kelime en az 11. yüzyıldan bu yana kullanılıyor. Tüm bunlar şenliğin Orta Asya’da başlayıp Türklerin Anadolu’ya göçüyle geldiğinin zayıf birer delilleri olabilir ama neden Anadolu’nun başka yerlerinde yöredeki şekliyle görülmediği açık uçlu bir soru. Şenliğin yakın zamana kadar Gölhisar ve Tefenni köylerinde yaygın olarak yapıldığını yaşlılar hatırlıyorlar. Karamusa Köyü’nde Düven Kaya’dan çıkan Kırkpınar’ın oluşturduğu böğet YSE tarafından suları kontrol altına alınıp, kanallara verilince işlevsiz kalmış ve kutlamalar en son Hasanpaşa’ya alınmış. 1934 doğumlu kasabanın en yaşlı çobanı olan “Kara Erkek” lakaplı İbrahim Salman 50 yılı aşkın bir süre çobanlık yaptığından bahsettikten sonra şenliğin tarihçesi konusuna biraz ışık tutuyor.

“Dedem anlatırdı küçükken. Dedemin dedesi zamanında da yapılırmış bu koyun yıkama. Bu görüşe göre ortalama bir insan ömrüyle yapılacak hesaplamada şenliğin tarihi en kötü olasılıkla 400 yıl önceye kadar gidiyor.”

Ben bu düşünceler içerisindeyken karşıda, sürülerin toplandığı düzlükte ve bulunduğum yerde çay, kahve, süt, çorba ve tost satan seyyar büfeler satışlara başlamışlardı. Böğet etrafında yavaş yavaş kalabalık toplanmış, kadınlı erkekli gruplar teraslardaki yerlerini almış, kameramanlar, fotoğraf makinesini kapıp gelenler hazırlanmışlardı. Doğrusu hoş bir görüntüydü. Bu tabloda tek eksik jüriydi. Saat 05:00’e doğru daha önce çobanlık yapmış ve yarışlara katılmış üç çoban, koyun hastalıklarından da anlayan bir veteriner hekim, toplumun ileri gelen yaşlıları ve ilçe tarım müdüründen oluşan jüri, böğetin kenarında koyunların suya gireceği yeri en iyi gören bir konumda, masa etrafında yerini aldı. Bakalım Büyükayı Takımyıldızı’nın kuyruk uzantısında bulunan “Çoban Takım Yıldızı”nın en parlak yıldızı Arktürüs kime gülecekti. O, gökteki yerinde zaten hazırdı.

06:00’da başla işareti, bir el tüfek atışıyla verildi. Kura ile belirlenen sıra gereği önce Hasanpaşa dışından gelen Mancalı konuk çobanların geçişi başladı. İlk sürü ve ikinci sürü başarısız geçişler yaptıktan sonra Mancalı garip çoban “Köşeli” lakaplı Yusuf Özçelik’in sürüsü yolların birleştiği noktaya ilerledi. Önde sadece kendisi, hemen arkasında boyanıp süslenmiş el koyunlar ve sürü aşağıya salındı. Aynı anda pompalı tüfekler kulakları sağır edercesine atışlara başladılar. Çocuklar tenekelere değneklerini vurarak bu seremoniye eşlik ettiler. Bu gürültü patırtı koyunları motive ederken sağdan soldan bağırışlar, atışmalar duyuldu. Köşeli Yusuf, böğette biraz ilerledikten sonra yavaşladı. Şimdi, şu anda yapılacak yanlış bir hareket bir yıllık emeğin boşa gitmesine neden olabilirdi. Tüm gözler el koyunun yapacağı harekete çevrildi. Çıt çıkmıyordu. Ve el koyun tereddütsüz suya girdi, arkasından diğer koyunlar! Müthiş bir alkış koptu. Köşeli Yusuf, arkadaşlarının yardımıyla koyunları yıkamaya başladı. Bir yandan da böğete kafalarını sokmayan koyunların başını itip, suya sokarken:

“Şu, Kellecilerin fasulyesinden yedi, ondan susadı, şu Yuspuların gök ekinini yedi, ondan susadı, şu Kızılların arpasına dadanan koyundu, şu, yaylada Esme teyzenin sırık yığdığı otları yiyen koyundu” şeklinde söylenerek sürüyü karşıya geçirdi. Sudan çıkan koyunlar şöyle bir silkindikten sonra kangal köpeğinin havlama emirlerine uyarak toparlandılar. Çobanın akrabaları da sudan çıkıp sürüyü yukarıya götürdüler. Çoban ise sonra gelecek sürüye yardım etmek üzere böğette kaldı. Rekabetin yanında dayanışma vardı bu yarışta. Yaylaköylü Feder Ali’nin sürüsü böğete yöneldiğinde sekiz atarlı pompalı tüfekler ardı ardına mermileri sıralamaya başladılar. Sürü karada yürür gibi böğete doğal giriş yaptı. El koyunun biri tereddütsüz girerken ikinci el koyun girmekte tereddüt etti. Silah desteğinin fazla olmasıyla sürü böğete çekildi. Sıra ev sahibi çobanlara, yani Hasanpaşalı çobanların geçişine gelmişti. İlk sırada son yıllarda ilk üçe giren Mustafa Salman vardı. Mustafa’nın sürüsü, yanımdaki Ümmet Bayar’ın deyişiyle “ha maşallahlık” bir iniş yaptı. Sürü duraksamadan böğete indi. Çevreden yükselen alkışlardan da anlaşılacağı gibi alkışa değer bir şekilde suya çekti Mustafa sürüsünü.

Mahmut Eryüksel silah atarak geldiği böğetin başından geriye bakınca sürüsü girmedi. Bir önceki geçişin çobanı Mustafa’nın ve arkadaşlarının çabalarıyla biraz geç de olsa sürü suya çekildi. Bir gün önce kuraya katılan Ramazan Kayacan böğete gelmeyince İbrahim Gencer sırayı aldı ve başarılı bir geçiş yaptı. Ardından İbrahim Koç fiziksel olarak biraz zayıf koyunlarını “fena olmayan” bir şekilde geçirdi böğetten. Mehmet Özel “kuvvetli” iyi beslenmiş sürüsünü iyi bir şekilde geçirdi. Yusuf Çelikli’nin sürüsüyle birlikte suya girmeye hazırlanan köpeğin tepkisi ise oldukça ilginçti. O da koyunlar gibi ayağını suya değdirdi “off buz gibi” dercesine sağa baktı sola baktı, baktı ki kendisiyle ilgilenen yok, millet koyunların derdinde, kuyruğunu kıstırıp gerisin geriye yukarıya koştu gitti. Kenan Gencer’in geçişinde ilginç bir gelişme oldu. El koyun geride kalınca sürüden doğal bir lider çıktı ve öne atıldı. Sürü de yeni liderlerinin peşinden suya girmeye başladı. El koyun sürüye baktı baktı ve sonunda o da suya girmek durumunda kaldı. Yanımdaki yaşlıca çoban Ramazan Demirol:

“Aşıya vuracak (boyayacak) koyunu seçememiş Kenan” dedi. Belki de el koyun yavaştı o anda. Doğal liderin çıkması dışında sürü başarılı bir geçiş yaptı. Kenan’ın babalığı silahındaki mermileri ardı ardına gökyüzüne sıraladı. Tüfek atma, koyunların böğete girmesini kolaylaştırması, motive etmesi yanında başarılı geçişleri kutlama amacıyla da yapılıyordu. İsmail Gevrek’in sürüsü ise hızla böğete sallandı. El koyunun biri aynı hızla suya girdi fakat diğeri girmedi. Sürü durdu. Cesaretsiz koyun sesleri yükseldi. Son üç yılın birincisi Ramazan Bayar’ın sürüsü aşağıya salındığında geçen yıllardaki başarıların devam edip etmeyeceği de ortaya çıkacaktı. Bir gün önce boyanırken çekim yaptığımız Karabaş koyunun sonradan birinci olduğunu söylediklerinde doğrusu hoş bir sürpriz olmuştu ve biraz da şaşırmıştık. İşte o el koyun sürünün başındaydı ve suya giren Ramazan Bayar’ın arkasından suda ona yaklaştı. Herkes ama herkes ondan yapması gerekeni bekliyordu. Ya da biz öyle sanıyorduk. El koyun bunu hissetmiş gibi bir an çobana baktı ve kucağına atlayıverdi. Bu bir el koyunun yapacağı en olumlu hareketti ve tekrarı yaşanmadıkça birincilik gene bu sürünün olacaktı. Jürideki M.Ali Tüzün:

“Koyun böyle inecek böğete” diyerek inişin hakkını verdi. Yarışmaya başka bir anlam eklenmişti. Jüride bulunan yaşlıların yüzlerinde de mutlu bir ifade okunuyordu, sanki kendi el koyunları bu hareketi yapmışçasına ağızları kulaklarına varıyordu. Alkışın şiddeti oldukça fazlaydı ve suya giren her koyunda tekrarlanıyordu. Ramazan Bayar, el koyuna minnet davranışı olarak onu sırtına alıp omuzladı, bir daha ıslatmadan böğetin karşısına geçirdi. Bir yandan da gururla izleyicilere doğru elini havaya kaldırıp:

“Sabaha kadar karı koynunda yatmadım,

Ekili tarlada gütmedim,

Hırsızlık koyun alıp satmadım,

Emek çektim dayılar, emek

Bana koyun güdemez diyenler pişman oldu” diyerek özverisini haykırdı. Mahalle muhtarına dönerek :

“Muhtar koyunu gibi ekin yedirmedim,

Fasulyeden bıktım, pancar isterim dedirtmedim,

Merada güttüm dayılar merada

Muhtar kıskandı, aza kıskandı bu sürüyü” şeklinde taşlamasını da yaptı. “Takmaz” lakaplı Ramazan Bayar aslında bazı şeyleri kafasına taktığını da sergiliyordu bu taşlamalarıyla. Böğete beraber indikleri oğlu Durmuş Bayar ile sürüyü yıkadı ve tek tek bütün koyunlara dokunmayı ihmal etmedi. Bayram Demirol, Bekir Özkol ve Ömer Kabasakal’ın geçişlerinden sonra Kara Bayram’ın sürüsü böğete yöneldi. Hoplayarak sürünün önünde ilerleyen yapağılı el koyun çok güzel süslenmişti ve gövdesindeki süslemeler hariç iki farklı renge boyanmıştı. Bu yılki “yünüm böğedi”nde yapağılı tek el koyun bu koyundu. El koyun ve sürü hızlı idi ama sürünün önündeki Gökhan Yörük ve yanaşması Ramazan Gencer sürüye göre biraz yavaştı. Gökhan ve Ramazan o andaki heyecanlarının etkisiyle sürüye ayak uyduramayınca el freni çekilmiş araba gibi el koyun durmak durumunda kaldı ve ardından sürü de durdu. İş el koyuna kalsa tereddütsüz suya girecekti ama bazen böyle şeyler yaşanabiliyordu. Toplam 700 koyunluk bu en kalabalık sürü ikinci denemede suya çekilebildi ve doğal olarak en uzun geçişi yaptı. Ardından gelen Mahmut Bayar’ın sürüsü “yandığını belli eder” şekilde suya girdi. İshak Bayar’ın sürüsü ise Ramazan Bayar’dan sonra en süratli geçişi yaptı ve alkışı aldı. Sürüdeki koyunların çoğunluğu suda zıplaya zıplaya geçişi yaptı ve sevimli bir görüntü oluşturdu. Erdoğan Avcıkol’un geçişinde doğal liderliğin farklı bir versiyonu daha yaşandı. El koyun suya girmekte isteksiz davranınca iki koyun öne atıldı. Fakat suya ayaklarını değdirdiklerinde bu girişimlerinden vazgeçtiler ve geri döndüler. Üçü aynı hizada durdular durdular… Lider mider çıkmadı sürüden. Bu sahneler bir bakıma inanılmazdı.

Sondan bir önceki sürünün tamamı boyanmıştı. Bu yılki etkinliklerde tamamı boyanan tek sürü buydu. El koyun yine aynı renkte boyanmıştı ama süsleri onu diğer koyunlardan ayırıyordu. Önde iki oğul arkada babaları eşliğinde sürü böğete yöneldi. Oğullar suda bir kaç metre ilerleyip durdular. El koyun suya girdi. Oğullar havalara zıplayıp sevinç çığlıkları attılar ama el koyun bir anda geri dönüp sudan çıktı. Oğullar dondu kaldı ve biraz yukarıdaki babanın fırçası gecikmedi. Söylenirken sürüyü böğete ittirmeye çalıştıysa da olmadı. Bin bir emekle hazırlanmış güzelim sürüyü böğete sokmak mümkün olmadı. İki genç, erken sevinmenin bedelini öder gibiydiler. Ramazan Demirol “Önemli olan sürünün arkadan akması…” diyerek yorumunu yapmaktan geri kalmadı.

Hüseyin Kaptan’a ait son sürü böğete yöneldiğinde tüfeklerdeki ve yedeklerdeki tüm mermiler kullanılarak atışlar aralıksız devam etti. Şiddetli bir barut kokusu etrafa yayılmıştı. Tüfek seslerinin yanında gitmeye hazırlanan kalabalığın son coşkusu yaşanıyordu. Ama tüm bu şamata el koyuna takıldı kaldı. El koyun su ile toprağın buluştuğu noktada durdu tereddütle bekledi. İtmelere aldırmadı ve geri döndü. Sürü de isteksizdi. Hiçbir koyun suya girmedi. İzleyicilerin büyük çoğunluğunun dağıldığı sırada sürü ikinci kez böğete çekildi ve koyunların yıkanması sağlandı.

Daha önce ödül verme töreni böğette veya bir zamanlar yağlı pehlivanların güreş tuttuğu sahada yapılıyormuş. Ama bu yıl yeri değişerek kasaba meydanında yapılacakmış. Bunu öğrenir öğrenmez Umut’la sonuçların açıklanacağı kasaba meydanına doğru yöneldik.

Böğetten uzaklaşırken bir yandan yaklaşık iki saate sığan şenliğin aslında bir yıl süren emeğin ürünü olduğunu düşünüyordum. Kasabanın önceden köy olduğu zamanlarda hemen her ev koyun besliyormuş. Küçükbaş hayvancılık değişen yaşam koşulları nedeniyle giderek yerini büyükbaş hayvancılığa bırakıyor, nüfus ise sürekli azalıyor. Öyle ki yakın zamana kadar 3000 olan kasaba nüfusu Antalya’ya büyük oranda göç vererek 1200’lere kadar düştü. Kasabada kalan nüfustan yine de koyun besleyenler günlük yaşamın telaşında bir de koyunlarla uğraşmamak için birleşip bir çoban tutuyorlar. Bazen bir sürüyü iki çoban otlatabiliyor, bu duruma “yanaşma” deniyor. Koyun sayısı 100-150’den az olmamak kaydıyla 20 civarında sürü oluşturuluyor. Çobanların seçiminde yunumda gösterecekleri başarı belirleyici olabiliyor. Gençlerden bazıları genellikle ilkokulu bitirdikten sonra çobanlık yapmaya başlıyorlar ve bu durum ölünceye kadar devam ediyor. 23 yaşındaki çoban Mustafa Salman’ın öyküsü de bundan farklı olmamış. İlkokul bitince babası önüne kuzu sürüsünü vermiş.

“Hadi bakalım oğlum” demiş, “kuzuları iyi güdersen ilerde koyunları otlatırsın”. Çobanlığa yeni başlayanlar önce kuzuları, biraz deneyim kazandıktan sonra da koyunları otlatıyorlarmış. Mustafa ile konuşma ilerledikçe şenliğin çobanlar açısından pastadan daha fazla pay almak için bir fırsat olmasının yanı sıra halka, rakip çobanlara ve yaşlı çobanlara kendilerini kanıtladıkları önemli bir gelenek olduğunu fark ediyorum. Mustafa devam ediyor:

“Çobanlar birbirini gördükçe atışırlar. Boşuna sen heveslenme bu yıl birincilik benim şeklinde. Diğeri böğette görüşürüz ‘koca koyun kurttan korkmaz’ diyerek karşılık verir. Bir başkası ‘sanatı ustadan görmeyen öğrenmez’ der. Diğeri ‘ak koyun kara koyun böğette belli olur’ der. Bu atışmalar yıl boyu devam eder. Hele son iki üç gün yok mu heyecandan uyuyamazsın, yerinde bile duramazsın. Ne yediğin yemek yemeğe benzer ne içtiğin su suya benzer. Yıkanmam bile, nasıl olsa böğetten geçeceğiz.”

Hasanpaşa’da marttan ağustosun son haftasına ve eylülden 20 şubata kadar iki otlatım dönemi sürüler güdüme veriliyor. Yünüm böğedi, birinci otlatım dönemi sonunda yani ağustosun son haftası ya da eylülün ilk haftası yapılıyor. Çobanlar, sürüleri marttan itibaren yunumun yapılacağı günlere kadar otlatıyorlar. Genellikle Hasanpaşa Yaylası’nda yapılan otlatım ürün kalkınca ovada devam ediyor. Bu otlatma sırasında çoban özellikle yunuma bir ay kala 3-4 koyunu özel olarak beslemeye, kendine yakınlaştırmaya çabalıyor. Kendi kokusuna alışması için verdiği fındık, fıstık, lokum gibi besinlere ve özellikle ekmeğe terini bulaştırarak koyunlara yediriyor. Ramazan Bayar, “Teri eline sür, tuz yalar gibi yalar el koyunlar” diyor. Bu şekilde el koyunlar çobana alıştırılıyor, kokusunu benimsiyor, nereye giderse arkasından geliyor, çobanın sesini duyunca yanına koşuyorlar. Çoban siyekteki dinlenme anında uyumak isterse el koyunun ön ayağına bağladığı ipi kendi bileğine takıyor, koyun kalkıp gidecek olursa çobanın haberi oluyor. Böylece el koyun, çobandan izinsiz bir hareket yapamayacağını anlamaya başlıyor. Kökten sürme çoban Ümmet Bayar, “Elkoyuna arpa verilirse ve kulak dibi döşü kaşınırsa hemen yakınlaşır ve ehlileşir (elcikleşir)” diyor. Bu deneyim saptaması yarışmadaki derecelerin tesadüf olmadığı anlamına da geliyor. Neden kulak dibi döşü kaşınırsa elcikleşir? Soruma Ümmet Bayar:

“Çünkü ayağının varmadığı tek yer orasıdır, bit kene orada olsa bile koyun kaşıyamaz, sen kaşıdın mı o bölgeyi en canlı koyun bile mayışır kalır” şeklinde yanıt veriyor. Kendisi aynı zamanda bir dönem çobanlık yapmış olan eski belediye başkanı Mehmet Dimen:

“El koyun erkek ya da dişi olabilir fakat üç aylık kuzuluk devresinde erkek olanı ve yayılım (otlatım) sırasında sürünün önüne iyi çıkanı tercih edilir. Çevik ve hareketli olması çobanın yararınadır” diyerek el koyunların seçimindeki kriterleri anlatıyor. 1997-98 ve 2000 yıllarında yünüm böğedinde birinci olan çoban Recep Serttaş el koyunu seçmeden önce sürüye “aaeeyyy” diye bağırmak gerektiğini bu bağırma sırasında sese kulak verip başını kaldıran koyuna sahip çıkmak gerektiğini çünkü sese kulak kabartıp başını kaldıran koyunun en iyi el koyun olabileceğini anlatıyor. El koyunlar, yunumdan bir önceki gün tostostan evvel yöredeki “aşı taşı”ndan elde edilen boyalarla boyanıyorlar. Belenli’den elde edilen aşı taşı, davul zurna eşliğinde kemre denilen bastırılmış koyun tezeğinde 4-5 saat pişiriliyor, başlangıçta sarımtırak renkte olan taş pişince kırmızı kestane arası bir renge bürünüyor. Ateşten maşa ile alınıp leğendeki suya batırıldıktan sonra bir bakraçta soğutuluyor. Daha sonra dibekte dövülüp, ince tülbentten geçiriliyor ve kullanıma hazır hale getiriliyor. Birlikte boyanın elde edilme serenomisini izlerken Recep Serttaş soğutulma işleminin soğuk sütün içinde yapılması halinde boyanın renginin daha güzel olacağını söylüyor. Ona göre Hasanpaşa Yarıdaş’tan getirilen taş pişirilmeden direkt olarak ezilip, su ve zeytinyağı ile karıştırılarak yine kırmızı renkte bir boya elde ediliyormuş ve zeytinyağı ile karıştırılan boya el koyunların yünleri kırkılmazsa bir yıl çıkmıyormuş. Aslında gösteriş avantajları düşünülerek el koyunların tüyleri kesilmiyor ve çobanlar daha sonra istedikleri gibi şekil veriyorlar. Bu şekil verme işlemine “belleme” deniliyor. Şekil verme süslerin daha iyi oturması amacıyla yapılıyor ve boyama işleminden önce gerçekleşiyor. Çoban İbrahim Atalay yünleri en az bir yıl kırkılmayan koyunların “yapalığı koyun” olarak adlandırıldığından bahsettikten sonra yapağılı koyunların soğukta, fırtınada, doluda, karda kışta, yağmurda çobanı koruyan bir kürk işlevi gördüğünü anlatıyor.

“Çok soğuk olduğu zaman çoban yapağılı el koyunun altına girer ve korunur, bu şekilde koyunun altında saklanarak ısınır. Yapağı sıcak tutar, yağmuru geçirmez çünkü.” Bu cümleler beni müthiş etkiliyor. Nedense savaşçı ile atı arasındaki ilişkiyi düşünüyorum. Çobanlar boyanacak koyunu ahırın ortasındaki direğe bağladıktan sonra ailenin küçük ferdinin tuttuğu içi boya dolu leğenden boyaları elleriyle alıp yaydıktan sonra avuç içleriyle tüyleri ovarak yediriyorlar. Ustalık gerektiren bu işlem çobanın ustalık derecesine göre en az 15 dakika sürüyor. Boya kestane rengine yakın bir renkte. İlginçtir, Çoban Paris’in sevgilisi Oinone önünde bıraktığı “boynuzları, burgaçlanan su gibi katmerli” koçun sırtı da kestane rengindeydi. El koyunlar boyandıktan sonra üstlerine kolanlar bağlanıyor, çanlar ve ziller takılıp şenliğe hazır hale getiriliyorlar. Çoban eşleri süslerin düşmemesi için iplikle koyuna dikerek tutturuyorlar. Yapağılı koyunlarda süsleri tutturma işlemi koyunun yünleri ile yapılabiliyor. Boya renkleri her sürüde aynı ama süsler değişik olabiliyor. Öbür koyunların ise sadece sırtları boyanıyor. Yukarıda bahsedildiği gibi bazen tüm sürüyü boyayanlar olabiliyor, nadir olarak el koyun aşı boyasına farklı renkler eklenerek farklı renklerde boyanabiliyor. Çobanlığı iki yıl önce bırakan 1938 doğumlu Adil Uysal:

“Boyanıp süslenince el koyun liderliğini sorumluluğunu hisseder, gözleri yaşarır” diyor. 1945 doğumlu 45 yıl çobanlık yapmış Ramazan Kayacan ise “Süsler hem gösteriş amacıyla hem de nazar boncuğu takılarak nazardan korumak amacıyla yapılır. Boyanıp süsleri takılınca el koyunun hareketleri davranışları bile farklılaşır.” diye ekliyor.

Çobanlar sürüleri ile uğraşırken diğer tarafta Kayapınarı’ndan çıkıp Böğetdere’ye yönelen kaynak suyunun birkaç kişi tarafından böğette toplanması sağlanıyor. Bu kişilerin görevleri, böğet üzerinde beton setin yapılmasıyla hafiflemiş durumda. Setin diğer zamanlarda suya geçit veren yeri kapatılarak su toplaması sağlanıyor, set otlardan temizleniyor. Koyunların geçeceği yaklaşık 1,5 m derinliğinde ve 50 m uzunluğundaki bu alan şenliğe hazır hale getiriliyor. Yunumdan günlerce önce başta Tefenni’de ve Karamanlı’da olmak üzere çevrede, Hasanpaşa’da yunum yapılacağı ilan ediliyor. Toplumun ileri gelenlerine önceki yarışmalara katılan çobanlara davetiyeler gönderiliyor, çevreden yarışmaya katılmak isteyen çobanlara haber veriliyor. Tüm bu işlemlere “okulama” deniliyor. Öğretmen Cemil Cahit Yıldıran Hasanpaşa dışından gelen çobanların sürülerini araçlarla değil, el koyunların önderliğinde sürünün başına geçerek getirdiklerini, sürünün çobana itaatinin yarışmadan önce burada şekillenmeye başladığını söylüyor.

Yunum arifesi akşam üzeri köyün hemen yakınındaki Su Deposu Tepesi’nde Adamtaş Mevkii’nde Hasanpaşalılar, konuklar ve çobanlar toplanıyorlar, “tos tos” denilen deneme geçişi yapılıyor. Bu geçişe sadece Hasanpaşalı çobanlar katılıyor, diğer çobanlar isterlerse katılabiliyorlar. Çobanlar el koyunlarını silah ve teneke sesleri arasında “alelele… viyyaaaa…” şeklinde zılgıt çekerek çağırıyorlar. Hatice Güler ninenin deyişi ile “silahların mısır patlar gibi çıtır çıtır patladığı” bu gürültülü ortamda ürkütülen koyunlar, el koyunun arkasından gelerek toz duman arasında deneme yapılıyor. Tepeden aşağıya koşan sürüler evlerin arasına karışıp otlatılmak üzere her çobanın yurduna götürülüyor. Konuk çobanlar ise geç vakit geldikleri Hasanpaşa’da Böğetderesi çevresindeki küçük meralarda sürülerini otlatıyorlar. Bütün çobanlar yünüm böğedi saati yaklaşınca böğede doğru sürülerini götürüyorlar.

Çobanlar sürüleriyle ilgilenirken boş durulmayıp Kültür Şenliği’ne geçiliyor. Kültür şenliği yöre sanatçılarının katılımıyla başlıyor, sipsi, cura, kabak kemane eşliğinde, zeybekler oynanıyor. Bu arada yeni insanlarla tanışılıyor, dostluklar tazeleniyor. Çevre köylerden şenliği izlemeye gelenlerden isteyenler tanrı misafiri olarak Hasanpaşalıların evlerinde konuk oluyorlar, yedirilip içiriliyorlar. Olağan zamanlarda 1200 civarında olan nüfus şenliklerde iki üç katına kadar çıkıyor. Çoğu konuğun hiç uyumadığı ve bol bol pompalı tüfeklerin atıldığı bu gecenin sabahında karanlıkta erkenden yollara düşülüyor. Çocuklar ve gençler yunumluk temiz elbiselerini giyiyor, kahvehaneler tıklım tıklım ilk çaylarını yudumlayanlarca dolduruluyor. Çobanlar sürülerini böğedin yakınındaki tepecikte hazır hale getiriyorlar. Halkın toplanması ve jürinin yerini almasından sonra saygı gereği önce konuk çobanlar sonra Hasanpaşalı çobanlar çekilen kura sırasına göre sürülerini saat 06.00 sularında böğetten geçirmeye başlıyorlar. Koçların en canlı, koyunların en uysal olduğu, güneşin suya şavkıyan yansımasının koyunların gözünü aldığı ve bu durumun koyunların söz dinlememelerine yol açtığı gerekçesiyle erken saatte başlayan geçişte başta çoban arkada el koyunun öncülüğündeki sürüler, bağrışmalar ve silah sesleri arasında böğete yaklaşıyorlar. Bu sırada çoban el koyuna önceden öğrettiği sözleri söyleyerek onu etkilemeye çalışıyor. Önemli olan el koyunu böğete sokabilmek, yoksa el koyun böğete girmezse sürünün girmesi olanaksız gibi

Çobanlar kendileri suya girerek el koyunların suya girmesini sağlıyorlar. Jüri el koyunun hareketlerine ve sürünün genel davranışlarına göre puan veriyor. Geleneğe göre tüfekler patladığı zaman çobanın arkasından gelen el koyun ve sürü, böğeti korkmadan en kısa sürede geçerse ve yıkanırsa, çobanın sürüyü iyi beslediği kabul ediliyor. Tersi bir durumda sürü suya girmez ve geri dönerse çobanın sürüsünü iyi beslemediği, yetiştirmeyi ve sürüyü kendine ısındırmayı başaramadığı kabul ediliyor. O çoban arkadaşlarının ve akrabaların tercihiyle çobanlığını devam ettiriyor. Bir kişi için çobanın zarar verip vermediği önemli değilse tercih fark etmeyebiliyor. Dişi koyunlar böğedi çabuk geçtiği için tercih edilirken, yavaş olan erkek koyunların bu dezavantajı eğneltilerek giderilmeye çalışılıyor. Sürünün, çoban suya girince el koyun önderliğinde hemen suya girmesinin ve atlamasının baz alındığı puanlamada, el koyun bir yüzücü gibi havaya zıplayıp süzülerek suya atlarsa yüksek puanlardan birini alıyor. El koyun böğete gelip hiç tereddütsüz çobanın kucağına atlarsa bu sürünün çobanı birinci seçiliyor. Çoban bu durumda el koyunu ıslatmadan sürü böğeti geçinceye kadar sırtında taşıyor. Suya çok güzel atlayan diğer koyunlara bu işlem uygulanabiliyor. El koyun suyu görünce bir an bekleyip sonra suya girerse, sürü suya girmede tedirginlik duyarsa puanlar düşüyor. Bütün sürüler böğeti geçtikten sonra ilk üçün belirleneceği değerlendirme başlıyor. Onlu puanlama sisteminin geçerli olduğu yarışmada sekizden yüksek puan alan sürüler değerlendiriliyor. İzleyicilerin alkışlarının da belirleyici olduğu bu puanlamada eşitlik halinde kura ile birinci belirleniyor. Bazen aynı sürüyü otlatan iki çoban birinciliği paylaşıyor. Suya ilk giren çoban diğer sürü geçinceye kadar ikinci çobana yardımcı oluyor, üçüncü çoban suya girince birinci çoban sudan çıkıyor ve bu sistemle bütün sürüler, başta çobanlar olmak üzere onların yakınları ve yıkayıcılar tarafından yıkanarak yarışma tamamlanıyor. Çobanların sürüler böğete yaklaşınca yaptığı itiraflar bağışlanıyor ve halk tarafından alkışlanıyor. Jüri bu dürüstçe itirafları eşitlik halinde değerlendirmeye alabiliyor. Çobanlar sadece bu itirafları yapmakla kalmayıp birbirleriyle de atışabiliyorlar.

Sürüsünü böğetten geçiren çoban dağılan sürüyü eşi ve akrabalarıyla toparlayıp yaylıma götürmek üzere onlara teslim ediyor, bir sonraki çobana yardımcı olduktan sonra ıslanan elbiselerini en yeni elbiseleriyle değiştirmek üzere kabine gidiyor. Önceden elbise değiştirme işlemi izleyicilerin arasında yapılırken son yıllarda bu iş için özel olarak yapılmış kabin kullanılıyor. Çobanların arınıp en yeni veya hiç kullanılmamış elbiselerini giymeleri bu şenliğin “Çoban Bayramı” olarak da adlandırılmasına yol açmış. İbrahim Salman “Çocuklara yünüm böğedinde temiz yeni elbiseler alacağım derdi babalarımız” diyerek bu özelliğin altını çiziyor. Söylediğine göre başka yerlerde Ramazan ve Kurban bayramlarında bayramlık elbise alınırken Hasanpaşa’da Çoban Bayramı zamanında yeni elbiseler alınırmış.

Kasaba meydanında yerimizi alıyoruz. Çam sakızı çoban armağanı ödül töreni yapılacak. Çobanlar ekinlerine, ürünlerine zarar verdikleri tarla sahipleriyle helalleşiyorlar. Koyun sahipleri ile buluşarak sürüye verdikleri koyun oranınca haklarını alıp, koyunları sahiplerine börtü böcekten arınmış ve temizlenmiş halde teslim ediyorlar. Önceden “güdüm bedeli” olarak çobanlar 15 koyunda bir toklu, daha sonraları 12 koyunda 1 kuzu alırlarmış. Şimdi ise bir koyunun otlatım bedeli anlaşmaya göre ücretlendiriliyor. Para ödülü ve tarım firmaları tarafından armağan edilen hayvan ilaçlarının yanı sıra ilk üçe giren çobanlara plaket veriliyor. Ödüllerin ötesinde, çobanlar için yunumda gösterdikleri başarı büyük bir onur. Yarışmaya katılmak da tabi. Önemli olan ödülden çok geleneğin devam etmesi. Yavaş yavaş gündelik yaşamdan çekilmeye başlayan mesleklerinin son temsilcileri olarak, yüzyıllardır devam eden atadan kalma bu geleneği gelecek kuşaklara aktarmaları için bu koyun yıkama şenliği önemli bir vesile.

Jürinin değerlendirme sonuçları açıklanmaya başlanıyor. 48’er puanlı iki çoban var. Çok süratli gelip aynı şekilde süratle suya hiç tereddütsüz giren Ramazan Bayar ve sadece beş saat önce gece çekimleri yaptığımız İshak Bayar. Birincinin belli olması için kura atışı yapılacak. Fakat İshak Bayar’ın sürüsünün çobanı Abdurrahman Bayar:

“Birinciliği Ramazan Bayar’ın sürüsüne verelim. Gönüllü olarak söylüyorum bunu. Onlar benden büyük. Hem sürünün çobanı Durmuş da birinciliğe ortak olur. Kura mı çekeceğiz bir de?” deyince herkes bu olgun konuşmayı benimsiyor. Abdurrahman’ı tebrik ediyorum ve sormadan edemiyorum, neden bu şekilde konuştuğunu.“Ben daha önce birinci oldum. Durmuş da olsun istedim. Hem gelecek yıllar için heveslenmiş olur.” diyor. Abdurrahman’ın konuşmasından sonra ilk üç belli oluyor. Birinci Ramazan Bayar, ikinci İshak Bayar, üçüncü ise 45 puanla Mustafa Salman. El koyunun çobanın kucağına tam olarak atladığı bir sürü yok ne yazık ki. Bu çok ender rastlanan bir durum ve en son 1977 yılında yaşanmış. Gerçekleşmesinden çok benim olmasını istediğim bir geçiş şekli aslında. Ramazan Bayar’ın kucağına atlayan el koyunun tam olarak bu atlayışı yaptığı söylenemez. Ödülünü aldıktan sonra Ramazan Bayar’a bu işin sırrını soruyorum. Çoşkuyla anlatıyor.

“Bir kere virajı iyi alacaksın, geniş olarak virajdan dönüp böğete salındığında boyalı el koyunlar önde olacak, diğer koyunların arasına karışmayacak. Karışsa bile ayağını sürürsün el koyun yetişsin diye. Sürünün hızına göre kendi hızını ayarlayacaksın. El koyunun yarım metre kadar önünden yürüyeceksin. Böğet başında beklemeyeceksin, bekler ve geri bakarsan koyun inmez suya, güvenini yitirir çobana. Bakarsan duraklar niye bakıyor diye. Suya girerken ayaklarını sürüyerek gireceksin, su sıçramayacak, sıçrarsa olmaz, el koyunların suratı suya girmeden ıslanmayacak. Suyu göstermeyeceksin. Ancak suya girdiğinde görecek suyu.”

Hani birazda gençler birinci olsun diyordun diye takılıyorum, “Onlar da sürülerine baksınlar canım!” şeklinde karşılık veriyor.