Rio de Janeiro; Ritmin Kenti

Sıcak samba ritimleriyle hareket eden, futbol ve trafik dışında hemen hemen hiçbir şeyi dert etmeyen, güler yüzlü insanların şehri Rio, 2014 Dünya Kupası’nın ardından bu sene 43’üncüsü yapılacak Copa America’ya yani Amerika Kupası’na ev sahipliği yapıyor. Beyaz kumlu plajların ve futbol coşkusunun peşine düşmek isteyenler için yola çıkma vakti.

Yazı: Aslı Pelit / Fotoğraflar: Ufuk Sarısen

Her dilde başka dillere tercümesi zor kelimeler vardır. Türkçedeki “kısmet” gibi. Türkçe öğrenmeye çalışan yabancılara tam olarak ne anlama geldiğini anlatmakta zorlanırız. Portekizcede de “saudade” kelimesi bu tercüme edilemeyen kelimelerdendir. Bazen “nostalji” olarak çevrilse de gerçek anlamı bu değildir. Saudade, bir daha hiç göremeyeceğimiz bir yer veya kişilere duyduğumuz hasret, bir daha hiç tadamayacağımız bir yemek için hissedilen özlemdir. Tarih boyunca denizler aşarak yeni topraklar keşfeden ve bu yeni topraklardan bir daha dönemeyen Portekizlilerin diline o yüzden bu kadar uygun bir kelimedir. Rio de Janeiro’ya gelenler  de döndükten sonra işte böyle hissederler.

Öyle bir şehir ki “Cidade Maravilhoşa” takma adı gibi muhteşem ve aynı zamanda kaotik ve tehlikelidir. Kısa bir süre Brezilya İmparatorluğu’nun başkenti de olan Rio’ya korkularını yenip gelebilen gezginler bir daha unutamazlar bu şehri. Sıcak ve seksi samba ritimleri ile hareket eden, futbol ve trafik dışında hemen hemen hiçbir şeyi dert etmeyen ‘çarıoca’ların (Rio de Janeiro’da yaşayanlara verilen ad) hayatına özenmeden edemezsiniz. Tropikal bitkiler ve favelalarla süslü tepeleri Atlas Okyanusu’nun güzel insanlarla dolu beyaz kumlu plajlarıyla buluşur; güneşliyken mutlu, yağmurlu günlerde kolektif bir depresyon yaşar Rio de Janeiro.

Bu yıl ise çok özel bir kış dönemi bekliyor Rio’yu: Mart ayında binlerce turistin akın ettiği ünlü karnavalının ardından 14 Haziran’da “Copa America” başlayacak. Beş sene önce Dünya Kupası’nın final dâhil yedi maça ev sahipliği yapan ve turnuva sırasında ortaya çıkan yolsuzluk skandalı yüzünden hükümetin değiştiği, muhtemelen şu ana kadar gerçekleşen en tartışmalı Dünya Kupası’nda Arjantin’in Almanya karşısında kaybettiği Dünya Kupası finalini izleyemeyenler için Copa America dünyaca ünlü Maracana Stadı’nı görmek için çok iyi bir fırsat olabilir.  Brezilya’nın ve dünyanın dört bir yanından buraya akın edecek şanslı futbolseverler veya binlerce dolarlık biletlere ulaşmaya gücü olmayanlar maçları izleyip, Brezilyalı taraftarların coşkularını birinci elden görebilmek için bu masalvari şehirden daha güzel bir seçim yapamazlar herhalde!

Olağanüstü Bir Şehir Hikâyesi

Uçağınız beyaz kumlu plajların ve tropik bitkilerle kaplı tepeciklerin üzerinden inişe geçerken, “şanslı bir insanım gerçekten”  diyeceksiniz kendi kendinize. Birçok insanın ölmeden önce bir kere görebilmek istediği Rio de Janeiro’nun Santos Dumont Havaalanı’na ayak basar basmaz, 12 milyonluk şehir ayaklarınızın altında size sıcak bir hoş geldin dercesine uzanır. Zona Sul yani güney bölgesinin lüksü ve şehir merkezi ve favelaların karmaşası içinde 18 kilometrelik sahili ile bir yandan tatil beldesi, bir yandan büyük şehir olabilmeyi başaran nadir şehirlerden birisidir Rio.

Şehri keşfeden Portekizli denizciler 1 Ocak 1502’de Guanabara Körfezi’ne ulaştıklarında bir nehir bulduklarını zannederek, şehre Rio de Janeiro, yani “Ocak Nehri” adını verirler. Kent keşfi takip eden yıllarda Brezilya kolonisinin başkenti haline gelir. İmparator I. Pedro, 1822’de ülkenin özgürlüğünü ilan eder ve Brezilya kısa bir süre imparatorluk dönemi yaşar. Brezilya genelinde yetişen kahve, çıkarılan altın ve pırlantalar Rio’nun limanlarından Avrupa’ya doğru yola çıkarken, aynı gemiler bu esrarengiz topraklara Avrupa’dan Yeni Dünya’ya gidip şanslarını denemek isteyen yüz binlerce göçmeni getirir.

Her ne kadar 1960 yılında başkent ünlü mimar Oscar Neimeyer’in tasarladığı Brasília şehrine taşınıp, Sao Paulo bir iş merkezi haline gelse de Rio de Janeiro, sonsuza dek Brezilya’nın en önemli ve özenilen şehridir.

Centro, Lapa ve Güzeller Güzeli Santa Teresa

Kilometrelerce uzayıp giden plajları Copacabana ve İpanema dışında Rio’nun köklü tarihini yansıtan şehir merkezi görülmeye değer birçok yapıyı barındırır. Dünya Kupası ve olimpiyatların başlama tarihine doğru yıllardır ölmeye terk edilen birçok bina restore edildi ve şehir merkezi canlandı. Rua Primeiro de Marco’dan yürümeye başlayıp şehrin en eski meydanı olan Praca XV’yi gezdikten Rua do Ouvidor boyunca yürüyüp, antikacılar, restoran ve kafelerle tekrar hayata döndürülen Rua Lavradio’da Brezilya mutfağının tadına bakabilirsiniz. Bu sokağın en favori mekânı Rio Scenerium, hafta içi öğle ve akşam yemekleri için tercih edilen, hafta sonu ise Rio’nun en hareketli gece kulübüne dönüşür. Buraya kadar gelmişken bir uzay gemisine benzeyen Rio Katedrali’ni ve tabii 2013 yılında elleriyle yaptığı yüzlerce seramikle kaplanmış basamaklarda ölü bulunan Şilili sanatçı Jorge Selaron’un merdivenini ziyaret etmemek olmaz.

Meydanı kaplayan beyaza boyanmış yüksek duvar, bir süre tamir edildikten sonra tekrar çalışmaya başlayan tramvay veya popüler ismi ile bondinho’nun rayları, Lapa mahallesinin başlangıcını gösterir. Lapa bölgesi özellikle hafta sonları gece hayatının merkezi haline gelir. Selaron Merdivenleri’nden yukarı çıkabilen sportif gezginler, merdivenlerin sonundan arnavutkaldırımı sokağa çıkıp, 45 derece eğimle tırmanmaya devam ederlerse Rio’nun en eski mahallesi Santa Teresa’ya ulaşırlar. Şehrin ilk kurulduğu yıllarda zengin Rioluların yerleştikleri bu mahalle, 19. yüzyılın sonunda sarıhumma salgını şehri etkilediğinde terk edilmiş. Zengin aileler şehrin güneyindeki Botafogo, Flamengo ve daha sonra tüneller yapıldıkça Copacabana, İpanema ve Leblon mahallelerine taşınmış.

Terk edilen Santa Teresa Mahallesi önce sanatçılar daha sonra yabancılar tarafından keşfedilince ve birbirinden güzel malikâneler 2000’li yılların başında tekrar hayata döndü. Bugün sanat, lezzet ve lüksün merkezi haline gelen bu mahalleden göreceğiniz manzara şehrin en güzel manzarası diyebilirim.  Hele mahallenin en yüksek noktasında hizmet veren Restaurante Aprazivel’e uğramadan dönmeyin. Restoranın birbirinden lezzetli klasik Brezilya mutfağını temsil eden yemekleri eşliğinde güneşi mutlaka bir kez bu tepeden batırın. Rio’nun en meşhur plajları Copacabana ve İpanema ise tarih dolu Santa Teresa Tepesi’ne oranla modern binalara ve geniş kumsallara ev sahipliği yapar.

Ünlü çevre tasarımcısı Burle Marx’ın mozaik kaldırımlarında yürümenin keyfi bambaşkadır. Deniz ve kumsalın keyfini çıkaranlar dışında günün her anında spor yapan insanları görmek mümkün plajlarda. Gözde sporlar footvolei ve voleybol, plajlarda koşanlar, stand-uppaddle ve sörf yapanlarla dolu plajlara giderken yanınıza az miktarda para ve bir canga (sokaklarda satılan pareolara verilen isim) alıp siz de çarıoca’lar gibi iskemle ve şemsiyenizi kiralayın ve denizin keyfini çıkarın. Keyifli bir plaj günün ardından Rio’nun şarkılara konu olan günbatımı ise Copacabana’yı İpanema’ya bağlayan Aproador’dan izlenir.

Şehrin Sembolleri

Rio’nun sembolü ve koruyucusu Cristo Redentor ve Corcovado tepesi kuşkusuz en çok ziyaret edilen anıtlardan birisi. Sabah çok erken veya akşamüstü günbatımını hesaplayarak çıkmanızda yarar var. Eğer hava bulutlu ise boşuna saatlerce kuyrukta beklemeyin. Eğer siz Cristo’yu aşağıdan göremiyorsanız, muhtemelen yukarıdaki manzaranız da kapalı olacaktır.  Şehrin diğer sembolü James Bond’un en zorlu mücadelelerinden birisine de mekân olan Pao de Açucar, yani Şeker Tepesi’dir.

Bohem ve burjuva (BoBo)  Urca Mahallesi’nin üzerindeki tepelerin arasındaki teleferik yolculuğu da Rio’nun olmazsa olmazlarından birisi.  Tepenin altındaki Praia Vermelha ise eğer akıntı doğruysa, şehrin en dalgasız ve pırıl pırıl plajlarındandır. Günü burada tamamlarsanız, yürüme mesafesinde, Fenerbahçe sahilini andıran Urca Mahallesi’nin sonundaki Bar Urca’da bir deniz mahsulü çorbası içmeden otelinize dönmeyin derim. Eğer deniz ürünleri ile aranız yoksa o zaman kısa bir taksi yolculuğu ile ulaşabileceğiniz Botafogo Mahallesi’ndeki Fogo de Chao restoranında deyim yerindeyse “ölene kadar” et yemeğe gidebilirsiniz.

2014 Dünya Kupası mı, Protesto Karnavalı mı?

2014 Dünya Kupası’na ev sahipliği yapılacağı ilan edildikten sonra günlerce kutlamalar yapan Brezilya halkı, yetkililerin verdikleri sözlerin hiçbirini yerine getirmemesi ve hatta milyarlarca dolara mal olan stadyumları bile tamamlayamamış olmaları nedeniyle son aylarda oldukça öfkelilerdi. Copacabana Plajı’nda havai fişeklerle kutlanan ve bir futbol şenliği olması beklenirken, Rio protestolar ve grevlerle her gün biraz daha kaotik hale geldi.

FIFA’nın iki numaralı adamı Jerome Valcke, Dünya Kupası’na bir ay kala, “buraya Almanya gibi olacağını düşünerek gelmeyin, aksaklıklar olacak ve bunların tek sorumlusu Brezilyalı yetkililerdir” diyerek elini yıkayıp işin içinden çıktı. 12 şehirden Kupa’ya en hazır şehrin Rio olduğunu göz önünde bulundurursak, Valcke’nin şikâyetleri üzerinden atmaya çalışmasına şaşırmamak gerek.  Maracana’da ilk kez maça gittiğimde bir hikâye dinlemiştim: Brezilya 1950 Dünya Kupası için yaptırdığı Maracana’yı zamanında bitirememiş, bazı tribünler yarım yamalak sıvanarak maçlar yapılmıştı. O zamanlar FIFA herhalde kontrol etmiyordu hazırlıkları! Ne demişler, tarih tekerrürden ibarettir.

Ancak 2013 Konfederasyon Kupası sırasında başlayan Kupa karşıtı gösteriler ve grevler, Dünya Kupası sırasında durdu ama ardından Brezilya’yı neredeyse 15 yıl boyunca yöneten İşçi Partisi’nin sonunu getirdi. Brezilyalılar Dünya Kupası sırasında hortumlanan milyarlarca doları geri alamasa da Lula’yı son seçimler öncesinde hapse yolladı ve yerine Brezilya’nın Donald Trump’u olarak görülen Jair Bolsonaro’yu seçti.

Rio’nun Tadı Bambaşka

Futbol ve plajları dışında bu kadar hareketli bir haftayı leziz mutfağıyla tanınan Rio yemeklerini tatmadan tamamlayamazsınız. Fuar merkezinin tam altındaki balık pazarında Atlas Okyanusu’ndan çıkan, aklınıza gelebilecek her tür deniz mahsulünü bulabiliyor olmak, bu ürünleri enfes birer yemeğe dönüştüren hamarat Afrika ve Avrupa kökenli aşçıların ellerinden unutamayacağımız lezzetleri deneyebiliyor olmanız anlamına geliyor, kaçırmayın.

Rio’da en basitinden sahilde plastik bardakların içinde sunulan, koyu bordo renkli acai (Amazonlar’da yetişen yüksek oranda antioksidan bir meyve) sorbeleri yoğun çalışma temposu sırasında hayat kurtarırken, eğer yolunuz Rio’ya bir cumartesi günü düşerse geleneksel olarak yapılan Afrika kökenli kölelerin yemeği feijoada’yı da denemenizi tavsiye ederim.  Vakti zamanında toprak sahiplerinin yediklerinden artanlar (ineğin kulağı, artmış bir sucuk parçası, bir parça kemikli et vb.) siyah fasulyeyle pişirilir, yanına portakal dilimleri ve ıspanak yaprakları katılarak pilav yanında servis edilirmiş. Tabiri caizse, bu gerçek Brezilyalı denebilecek yemek, Copacabana Plajı üzerinde birçok restoranda canlı bossa nova eşliğinde yenmeli.

Rio’ya yolu düşen şanslı gezginler her zaman şehirde bazı şeylerin aksayacağını göz önünde bulundurmalıdır. Ama ne olursa olsun birkaç caiprinha, samba ritimleri ve güler yüzlü halkı sayesinde bu muhteşem şehirde harika günler geçirmememiz imkânsız…