Karaköy; Kültürel Dönüşüm


Yaz ya da kış ne zaman gelip dursam Karaköy iskelesinde hep bir esinti karşılar beni; kiminde ince bir meltem, kiminde sarsıcı bir yel…
Yazı; Tevfik Taş / Fotoğraf; Cansu Alkaya
Belki de heykeltıraş Gürdal Duyar, “Güzel İstanbul” heykelini buraya, iskelenin hemen bitişiğine yerleştirirken bu bitimsiz esintiyi de katmıştı hesaba. Denizden çıkmış saçlarını arkaya savurmuş o kadın heykelini istemeyenler “günah” demişlerdi; mitingler yapıp “İstemezük yolumuzun üstünde kadın filan” diye bağırmışlardı. Kaldırıldı o heykel, götürüldü Yıldız Parkı’nın giriş kapısının solunda bir boşluğa bırakıldı; gözlerden uzak, ıssızda ve her an başına yeni bir felaket gelme olasılığıyla duruyor orada. Ve durmadan esiyor Karaköy iskelesinin boşluğunda rüzgâr. Bilir misiniz ki Türkçede esen yeli, hava akımlarını adlandırmaya yönelik karşılığa evrilinceye dek, rüzgâr sözcüğü asılına uygun olarak, “zaman, devir” anlamında kullanılırdı. Karaköy’ün rüzgârları; biz bilmezsek, tümünü söyleyemesek de devirleri, zamanları var. Zira o tarihin de günümüzün de değişe dönüşe yaşayan bir limanıdır.
Örneğin biz şimdi ona sanki kömür rengiymiş, siyahmış gibi “Karaköy” diyoruz. Oysa bu ad, Fatih Sultan Mehmet devrinde Kırım’dan getirilen Karaylardan geliyor. O zamanlar, adı Galata olan semtin bir köşesine Karayları iskân etmişler. Ben de şimdi kimilerinin merak aleminde canlanan o soruyu sordum: Kim bu Karaylar? Çoğu, Kırım ve civarından gelen bu insanlar, Tatar Türkçesi konuşan Yahudilerdir. Yahudi din yasalarının temeli olan Talmud’u ve Tevrat tefsirlerini kabul etmemişler. Tevrat’ın kendisinden başka mukaddes metin tanımışlar. İbranice “kitapçı” ya da “okuyan” anlamına gelen Karâî adının verilmesine sebep de bu kitap bağımlılığı neden olmuş. Bu bilgiler için de yararlandığım Sevan Nişanyan’ın Kelimebaz’ında şu bilgi de var: “1950’lere dek İstanbul’da beş on aile de olsa Karaylar vardı. Şimdi kalmadı sanırım, ya göçtüler, ya ana akım Yahudiliğe asimile oldular. Hasköy’deki büyük Yahudi mezarlığının bir köşesinde epeyce Karay mezarı var. Kısmen İbranice, kısmen Kiril alfabesiyle Türkçe yazılı…”
Tophane tarafına doğru yürümek, hem şaşırtıcılıklar yarattığı için çekici geliyor, hem de otopark benzeri yeni binaların baskıcılığı, sıkıcılığı duraksatıyor insanı. Her uğradığımda, serinliğine sığınarak zaman geçirdiğim yapılardan biri, iskeleyi geçip sola dönüldüğünde görmek için biraz dikkat harcamayı gerektiren Yeraltı Camisi’dir. Burası pek çok insanı şaşırtır; çünkü bilinen hiçbir cami mimarisine benzemez. Benzemez çünkü cami olarak yapılmamış. Bizans döneminde, özellikle işgal tehlikesine karşı Haliç’in ağzını kapatmak için gerilen zincirin bir ucunun bağlandığı Kastellion Kalesi’nin bodrumdur. Buradaki iki sandukanın, İstanbul’un fethinde ölen ermiş kişilere ait olduğuna inanılıyor. Hemen her zaman başlarında dua eden birileri vardır.