Martin Kohlstedt ile Minimalizmin Sonsuzluğunda

Fotoğraflar: Umut Kaçar
Minimal müzik denince ilk akla gelen, sınırlı bir alan, dar çerçeve, küçük bir miktar anlamları olsa da işin aslı gerçekte öyle değil. Minimal tarz, öz olarak yalınlığa karşılık gelir. İfade araçlarını en aza indirgeyerek armonik ve melodik yapı temele alınır. Bu bir sınırlama olmanın ötesinde yalın melodiler elektronik çalgılarla birlikte deneysel dokunuşlarla çeşitlenmiş olur. Genç sanatçı Martin Kohlstedt’in müzik anlayışını bu çerçevede değerlendirmek gerek. Onun tarz olarak seçtiğiminimal müzik anlayışı, 20. yüzyılın ortalarına doğru özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’da gelişen sanat çerçevesinde yetişen Terry Riley, La Monte Young, Steve Reich, Philip Glass ve John Adams gibi bestecilerle birlikte uygulanmaya başlandı. Daha sonra da Avrupa’ya yansıdı. Günümüze doğru teknolojinin de gelişmesiyle “yapay” ses imkânları ortaya çıktı. Başat bir enstrüman çevresinde seslerin deneysel geçişi ve kaynağı çoğunlukla ortak bir melodi olan minimal müzik anlayışı bu şekilde daha da gelişti.