Coşkun Aral’ın Tanıklığıyla “1 Mayıs 1977”

Toplumsal hareketlerin yaygın olduğu yetmişli yıllar en acı olaylarla son bulmuştu. İşçi hareketleri, sokak eylemleri aşırı güç kullanımı ve ölümlerle sonuçlanmıştı.

1980 askeri darbesine giden yolun en keskin dönemeci kırka yakın insanın öldüğü ve hafızalara Kanlı 1 Mayıs olarak geçen 1977’deki işçi bayramıydı. Basın yoluyla katliam sol gruplar arasındaki bir hesaplaşma gibi yansıtılmaya çalışılsa da katliamla ilgili yargı süreci hep eksik kaldı. O gün gerçekleşen katliamın en önemli tanıklarından olan ve çektiği fotoğraflarla yaşanan olayları dünyaya duyuran Coşkun Aral ile Kanlı 1 Mayıs üzerine konuştuk.

Röportaj: Mehmet Sait Taşkıran / Fotoğraflar: Coşkun Aral

-Çoğu kişiye göre 1977’de yaşanan 1 Mayıs Katliamı, 12 Eylül askeri darbesine giden sürecin başlangıcıydı. O günün toplumsal yapısı ve koşullarıyla ilgili tanıklıklarınızı fotoğrafçı gözüyle anlatır mısınız?

Mesleğe başladığım 1970’li yıllarda, bütün dünyada esen 68 rüzgârının Türkiye’de yarattığı bir askeri darbe, ardından tutuklanan, öldürülen, idam edilen gençler, ülke genelindeki sıkıyönetim ve özellikle doğup büyüdüğüm bölgedeki yoğun baskı ve insan hakları ihlalleri vardı. Daha üniversiteye kaydımı yapmadan edindiğim bir fotoğraf makinesiyle gezindiğim sokaklarda kendimce başlattığım foto muhabirliğini kuzenim Fahri Aral’ın desteğiyle Günaydın Gazetesi’nde profesyonelliğe dönüştürmüştüm. O dönemde tanıştığım ve sonradan yakın arkadaşım olan Savaş Ay ile birlikte idollerimizden biri olan Ergin Konuksever’in desteğiyle politize olmuş gençliğin sokaklarda, liselerde, üniversitelerde velhasıl ülkenin her tarafındaki çatışmalarına tanık olmak, bunları görüntülemek en büyük çabamızdı. 1977’ye gelinceye kadar Ergin Konuksever’in himayesindeki bir grup genç meslektaşımla beraber sadece İstanbul değil tüm ülkede sağ sol çatışmalarına tanık olmuş, röportajlar yapmıştık. Meslekte ilerledikçe adeta nerede ne olacağı konusunda bir önsezi geliştirmiştik. Tabii zaman zaman çatışmaların içine de düştük; çatışmalarda hayatını kaybeden insanların cenazelerini izlemek konusundaysa neredeyse uzman olduk. Giderek rutinleşen bu çatışmalarda nereden daha iyi fotoğraf çekilir öğrenmiştik. Bu dönemde Savaş Ay’ın dışında Kadir Can, Namık Koçak gibi arkadaşlarımızla adeta bir ekol oluşturup kimi zaman birlikte kimi zaman ayrı yerlerde ortak çalışmalar yapıyorduk. Bu durum çalıştığımız gazetelerde birbirine benzer, herkesin kanıksamaya başladığı fotoğraflarla kendini gösteriyordu. Yıllar geçtikçe gerek yaşadığımız gerek belgelediğimiz olaylar adeta birbirinin aynısı oluyordu. Bugün bile arşivime baktığımda neredeyse tüm fotoğraflarda benzeri ifadeleri görüyorum. Öylesine bir aşamaya geldik ki artık gazeteler ancak büyük katliamlar olduğunda sayfalarını açıyordu. Sanırım bir foto muhabiri olarak en kötü şey, bu durumların kendi ülkemizde bu ölçüde rutinleşmeseydi.

-Bir yerde “1977’deki 1 Mayıs olayları hayatımın dönüm noktasıydı.” demiştiniz. Katliamın yaşandığı anın öncesinde Taksim’deki atmosfer nasıldı?

Aynı zamanda doğum günüm olan 1977  1 Mayıs’ı hayatımda bir dönüm noktasıdır. O güne kadar yaşadığım sokak çatışmalarının dışında, bayram kutlayan yüz binlerin panikle dağılıp yere yatması ve silahların patlaması, gözümüzün önünde insanların ölümüne tanık olmak korkunç bir durum. Bu olaydan bir hafta önce, Savaş Ay ile birlikte Paris’e gidip idollerimizden biri olan Gökşin Sipahioğlu ile tanışıp kendisine Sipa Press’le çalışmak istediğimizi bildirmiştik. Paris’ten döner dönmez ilişki kurduğumuz bazı sol örgüt sorumluları, bir yıl önce sakince kutlanan 1 Mayıs bayramında bu defa olaylar olabileceğine dair sinyaller vermişlerdi. Devrimci İşçi Sendikaları’nın diğer sol ve sosyal demokrat örgütlerin oluşturduğu platform aldıkları kararla, kendilerine karşı da mücadele eden Mao’cu diye tanımladıkları örgütleri Taksim’e sokmayacaklarını duyurmuşlardı. Söz konusu örgütler de her ne pahasına okursa olsun 1 Mayıs kutlamalarına katılacaklarını söylemişlerdi. Sabahın erken saatlerinden itibaren İstanbul’un ünlü meydanında toplanan  on binlerce  işçi, genç, öğrenci saatlerce süren bayram havasının ardından,  tam kalabalık dağılacakken(saygı duruşuna geçerken) Tarlabaşı istikametinden meydana girmek için güvenlik barikatlarını aşmak isteyen bir grubun içinden patlayan silahla müthiş bir panik yaşandı. Panzerler gözümüzün önünde insanları ezdi. Çektiğim fotoğraflardan çok daha fazlasını çekemedim çünkü filmim bitti. Çektiğim fotoğraflar da benim en önemli fotoğraflarım oldu. Gariptir o dönemde az bulunur ve pahallı olan onlarca kaset filmimi sadece gün boyu süren şenlik havası içindeki törenlere harcamıştım.

-Katliamın “Bir grubun içinde görülen gazete satıcısının silahını ateşlemesi” ile başladığını sizden ve Savaş Ay’dan öğrenmiştik. O gün yaşananları sizin objektifinizden tüm dünya öğrenmişti. Olaylar başladıktan sonra yaşananları belgelerken neler yaşadınız?

Taksim Anıtı’nın altında öğrenci arkadaşlarımdan birinin omzuna çıkmıştım. Sol ellerin havaya kaldırıldığı sembolik saygı duruşu ve devrimci yemin törenini çekerken 36 pozluk filmimin  son pozlarına geliyordum.  Bir anda sol tarafımda Tarlabaşı istikametinden bulunduğumuz yere doğru bir dalgalanma oldu. Organizasyon komitesinin güvenlik birimleri bulunduğum yere doğru bir dalga halinde geldiler. Bir anda geride bir boşluk oldu. O boşluğun içinden omzunda  çapraz bir askıyla bir gazete yığını taşıyan bir gencin silahıyla havaya ateş ettiğini gördüm. Ben tam o anda bir dalga halinde üzerimize doğru  gelen kalabalık nedeniyle yere düştüm ama düşmezden önce Savaş Ay’ın silahı ateşleyen kişiyi çektiğini görmüştüm. Ben de kalan filmlerimle etrafımda olan bitenleri çekmeye çalıştım. Hatta Time dergisinde yer hizasından çektiğim ayakların bulunduğu fotoğrafım yayınlandı. Kazancı Yokuşu’na ilerlediğimde Savaş’ı gördüm. Kazancı’nın önündeki cansız bedenlerin bulunduğu yığını gördüğümüzde ikimizde de film kalmamıştı. Fotoğrafları geceleyin Savaş’ın evindeki laboratuarda develope ettik ve fark ettiğim gibi Savaş, silahı ilk ateşleyen kişiyi çekmişti. O fotoğrafı o dönemde yeni çıkan Hayret Dergisi’ne sattı. Ertesi gün elimizde kalan fotoğrafları meslek hayatımda yeni bir dönem başlatacak olan Sipa Press’e göndermiştik.