Tereke

Ev, insanın ruhsal, bedensel, düşünsel varlığının bütün hallerini, umut ve korkularını, iyilik ve kötülüklerini bilen ve hafızasına kaydeden mikro evrendir. Evler insanlara göre biçimlenir, yenilenir, hatırlanır ya da unutulur. Ölen bir kişiden kalan her şeye tereke denir, eşyaların dışında anılar, yaşanmışlıklar da birer terekedir.

Yazı: Fatoş Pekseren / Fotoğraf: Filiz Bozdere

Marmara Denizi kıyısında yer alan Tirilye, Bursa’ya bağlı Mudanya ilçesinin şirin bir beldesidir. Yüzünü denize dönmüş, ardına zeytin ağaçlı dağlarını almış beldede çoğunluğu mübadil olarak Yunanistan’dan aileler yaşar. Denize ulaşan tek caddeye açılan dar sokaklardan birinin köşesinde, yıkılmaya yüz tutmuş bu eski Rum evine, diğer kaderine terk edilmiş evlerden farklı olarak sanki kırk yıl önce evden bakkala gider gibi çıkıp bir daha dönülmemiş, ev öylece bırakılmış. Sarı badanası, ahşap kirişleri, dökülen sıvaların arasından görünüyor. Üç katlı binanın giriş katının bir bölümü bakkal olarak kullanılmış. Ahşap raflar duvarda heybetini koruyor. Bakkaliye tabelası köşede tekrar hayata döneceği günü bekler gibi bakıyor. Girişin diğer tarafı evin mutfağı. Mutfak sokak hayvanlarının barınağı olmuş. Sokak kapısısın karşısındaki duvarda yer alan askıda palto ve eşarp geçmişe yolculuğun başlayacağını haber verir gibi. Ahşap merdivenler sağlam olsa da yer yer çürümüş döşemeler ahşap zeminde gedikler açmış. Kesif bir küf, toz kokusu her yeri sarmış. Bu katta ortada salon ve iki oda var. Camlar kırılmış. Pencerelerdeki perdeler rüzgârın, güneşin etkisiyle lime lime olmuş. Salonda ceviz bir konsol. Konsolun üzerinde yetmişli yıllardan kalma, solmuş fotoroman dergileri, bugidiler, taraklar yılların tozuna meydan okurcasına kendilerini gösteriyor. Konsolun aynası tozdan görünmüyor. Şair Jean Bourdeillette burayı anlatıyor sanki dizelerinde “Çekmeceler yasla açılır/ Ev ölüme karışır/ Donuklaşan bir aynada.”

 

Odadaki cam kenarına yerleşmiş sedirin örtüsü, döşeğin pamukları çürümüş. Yangından çıkmış gibi duruyor. Fotoğraf albümü, mektuplar sessizce sahibine ulaşmayı bekliyor. Soba yerli yerinde ama borusu yıllara dayanamamış, yere düşmüş. Kahve falı bakılmış fincan neler anlatmıştı acaba. O faldan sonra mı çekip gitti? Duvardaki saatli maarif takvimi 1974 yılını gösteriyor. Bu ev o zaman mı sustu? Duvar içine yerleşmiş rafta konserveler, turşular salçalar kışı, başka bir rafta ilaçlar şifa verecek hastayı, çeşitli kolonya şişeleri de konukları bekliyor gibi. Üçüncü katta yatak odaları var. Gardırop evin hanımının giysileriyle dolu. Yetmişli yılların modası kürkler, mantolar, şık elbiseler yerli yerinde. Sıraya dizilmiş ayakkabılar, çantalar sessiz. Diğer odadaki gömme dolap, dipsiz anılarla ağzına kadar dolu. İçinde bohçalanmış naftalinli giysiler, örtüler ne çok anı saklıyor. Mutlu, hüzünlü, yalnız ne çok yıl.

 

Mekânlar insanları anlatır. Her evin hikâyesi orada yaşayanlarla anılır. Evin yeni sahibi Hasan Bey, üç nesildir Tirilye’de yaşayan bir ailenin üyesi. Kırk yıl önceye gidip çocukluğundan hafızasında kalan anıları bizimle paylaşıyor. Ev sahibi Hacı Bekir Bey ve Seniha Hanım’ı anlatıyor bize. Osmanlı zamanında buraya yerleşen aile zeytincilikle geçimini sağlamış. Tirilye’nin en varlıklı ailesi olduğunu söylüyor. Çocuklar evlenip başka şehirlere gitmiş, Hacı Bekir Bey de ölünce Seniha Hanım uzun yıllar yalnız yaşamış bu evde. Yaşlanıp hastalanınca çocuklarının yanına gitmiş. Komşuları da Seniha Hanım’ın çok temiz titiz bir hanım olduğunu, yaşamının son yıllarında demans hastalığına yakalandığını anlattılar. O günden sonra da kimse uğramamış eve. Kaderine terk edilmiş. Unutulmuş. Seniha Hanım’ın terekesini keşfetmek, yaşanmış zamanlardan geriye kalan izlere tanık olmak da yıllar sonra bize düştü.