Erzurum Barı
“Bir yerin kendine göreliliği olmalı” demişti Fakir Baykurt; “İyi ya da kötü kendine göreliliği”. Bunu belirleyen unsurlardan biri kültürdü. Erzurum deyince akla tarihten gelen, atlıların sert sporu cirit düşerdi. Sonra dünyanın en kaliteli kar dokusuna sahip Palandöken, leziz yemekleri; cağ kebap ve kadayıf dolması, kar ile boran olmuş türküler düşerdi. O türküleri söyleyen insan-ı kâmil dadaşların yurdu bir de “Bar” ile düşerdi akıllara.
Yazı: Yusuf Erkan / Fotoğraf: Umut Kaçar
Küreselleşmenin tek tipleştirmeyi dayattığı günümüzde bu çılgın dalgaya direnmenin yollarından biri de alt kültürlere sığınmak olsa gerek. Erzurumlu geçmişteki zorlu hatıraların yaralarını sararken barda el ele gönül gönüle tutuşarak zamanlara tutunmayı başaran dadaşların yurdu olageldi. Bar kelimesinin anlamı bile farklıdır buralarda. Kelime farklı coğrafyalarda “hastalıktan sonra dilde oluşan pas”, “bir meyve ağacının ürünü”, “yük olma, sıkıntı verme” gibi anlamlarına gelse de Erzurum’da bar; “birliktelik, topluluk, el ele tutuşmak, bağlamak ve birlikte oynamak” anlamlarına gelir. Halk oyunları açısından oldukça zengin Erzurum’da halkoyunlarına oyun beraberliği anlamında “oyun barı” adı verilir. Oyunlar farklı tempo, hareket ve figürlerle el ele, kol kola ve bellerden tutularak oynanır.
Yakın geçmişe kadar usta çırak ilişkisiyle öğrenilen barlar artık günümüzde Halk Eğitim Merkezi’nde öğretiliyor. Halk Eğitim Merkezi’nde 40 yıldır bar öğreten İlhami Kaya’ya göre bazı oyunlarda totemizmin ve Şamanizmin izleri görülür. “Ritimsel yapıda, Şaman törenlerinde çalınan davulun ve tiyatro geleneğinin etkileri var. Notası, solfeji ve usulü olan, ölçüsü olan nadir oyunlarımızdan biridir bar. Her oyunun notası ve makamı vardır. Erkek barları hüseyni makamında oynanır. Kadın barlarının bir kısmı da hüseyni makamında oynanır. Müzikte ve oyunlarda kayıplar olduğunu fark edince Halk Eğitim Merkezi’nde bar öğretmeye başladık. Oyunların düzenlemesini yaptık, stilizasyonlu ve formasyonlu şekilde öğretmeye başladık.” İlhami Kaya’nın anlattığına göre bar en az beş kişiden oluşan ekiplerle oynanıyordu. “Alt sınır 5 kişidir. Üst sınır ise yoktur. Örneğin bir yöre düğününde kaç kişi varsa ve mekân uygunsa herkes bar oynayabilir. Yarışmalardaki ekipler 7’den az ve 11’den fazla olamaz. Sahne düzeninde ise 16’dan az 32’den fazla olamaz.” Erzurum denince akla ilk cirit ve bar gelir sanırım. Bu ikilinin buluştuğu yer ise cirit oyunlarıdır. “Ciritten önce bar oynanır” diyor Kaya “hatta cirit sırasında cirit alanının yanında da oynanır. Çayırda oynanır, şimdilerde stadyumda oynanır. Önemli gün ve gecelerde, karşılamalarda ve bayramlarda bar oynanır. Görüldüğü gibi bar açık havada oynanır.” İlhami Kaya’ya göre Erzurum’un Karadeniz’e yakın kısımları olan; Hınıs, Karayazı, İspir ve Tortum gibi yörelerde oynanan barlar Karadeniz etkisiyle daha hareketli oynanır ve tulum çalınabilir. Bar başta Erzurum olmak üzere, Kars, Bayburt, Ardahan, Gümüşhane, Erzincan ve Artvin yörelerinde oynanıyor. Günümüzde doğu ve kuzeydoğu Anadolu’da yüz civarında bar ismi bilinmektedir.
Barda oyuncular çember, düz ve hilal biçiminde sıralanır. Sıralanmanın ilginç biçimlerinden biri ise Palandöken Dağı havası vermek için baştakilerin ve sondakilerin kısa boylu, ortadakilerin uzun boylu seçilmesi şeklinde gerçekleşir. Sıralama bazen büyükten küçüğe ya da uzundan kısaya şeklinde de olabilir. Oyuncular parmaklarını taraklayarak ya da omuz başlarından tutarak oyuna başlarlar. Kadınlar ise serçe parmaklarını birbirlerine iliştirerek oyuna tutuşurlar. Sağ başta oyunu çeken oyuncu “barbaşı-barçeken” adını alır. Oyun sırasında herkesin farklı figür ve hareketlere girişmeden barbaşına uymaları esastır. “Kolluk-koltukaltı” barbaşının solundaki oyuncuya denilir. Bar dizisinin en sonundaki oyuncuya da “pöçcük-poççük” denir. Koltuk altı-kolluk altı ve pöçük arasında kalan oyuncular “kelle-sıra oyuncu” olarak adlandırılır. Bar oyunlarında mendil kullanılır ve mendil rastgele sallanmaz. Her barın kendine özgü mendil sallama teknikleri vardır. Bir barcının becerisi mendili farklı barlarda hünerle kullanmasıyla ölçülür. Özellikle Başbar ve Çingeneler oyunlarında en zengin mendil figürleri görülür. Barbaşı ile pöçcük ellerinde birer mendil tutarlar. Mendili barbaşı sağ eline pöçcük ise sol eline alır.
Puşkin’in “Erzurum Yolculuğu”nda “kentte çeşmeden bol bir şey yoktu” cümlesine nazire yaparcasına Erzurum’da çok çeşitli erkek ve kadın barları oynanır. Erkeklerin kadınlarla oynadıkları bir bar Erzurum’da yoktur. Artvin ve Kars yörelerinde “alaca bar” denilen bar ise kadınlı erkekli oynanır. Erzurum’da erkek barlarının sayısı on yediyi bulur; baş bar (Birinci bar, Sarhoş barı), dikine (İkinci bar, Birinci aşırma), hoşbilezik, sekme (sıçratma), daldalar (daldalan), Çingeneler (Çingenler), tamzara (tanzara), koçeri (Kürt koçerisi, Van koçerisi, Bitlis koçerisi), dello (delloy), temirağa, ikinci aşırma, yayvan (Kürdün yayvanı), Köroğlu, Uzundere, nare (Heynare), hançer barı, tavuk barı (felek, Hakkari). Kadın barları ise on iki civarındadır. Kavak, çift beyaz güvercin, çember, döne, nari, çarşıda üzüm kara, sallama, mendilimde kişmiş ile badem var, Tortum’un eymeleri, aşşahtan gelirem, köylü kızı ve delikız. Erkek barları davul zurna eşliğinde oynanır. Altay Türklerinde davul anlamına gelen bar, bu açıdan bakıldığında davul oyunu olarak da nitelendirilebilir. Davul sesi kötü ruhları kovmak için ya da Şamanist evren paylaşımında Göktengri Ülgen ile bağ kurmak için tercih edilmiş olabilir. Davulun yanında saf tutan zurna ise la tonundaki la zurna olarak adlandırılır. Bu zurna aynı zamanda kaba zurna olarak da bilinir ve Ege’de kullanılan kaba zurnadan ve cura zurnadan daha büyük yapıdadır. Kadın barları “gelenekseli budur” denilerek zilli tef (sallama tef), klarnet ve mey eşliğinde oynanır. Çalgıcıların olmadığı kırsal kesim toplanmalarında türküleri bilen bir kadın eline börek ya da çay tepsisi alıp, çalıp çığırarak bara eşlik edebilir. Erkek barlarında çalınan ezgilerde söz bulunmazken kadın barları ise sözlü olabilir, daha çok aile sevgisini yansıtır. Kadın, Erzurum’da “aile içinde sıcaktır dışarıda ise gelenekseldir” anlayışı barlara yansıtılır.
Bar araştırmaları yapan Lütfi Dursun erkek oyunlarının “savaş ve doğayı” anlattığını, kadın oyunlarının ise “barışı simgelediğini” söylüyor. Dursun şöyle diyor: “Kadın oyunlarında estetik yoğunluğun daha fazla olduğunu söylemek mümkün. El hareketleri güvercinin kanat çırpma hareketlerini andırır. Erkek oyunlarında geleneksel vakarlık vardır. Erkeklerin oynadığı başbar savaş taktiklerini andırır. Oyuncular ileri yürür, sahte geri çekilir, hilal pozisyonu alır ve coşkulu biçimde hücum eder, tek dizi halinde de oyun bitirilir.”
Barlardan birkaçının içeriğini not düşmek gerekirse… Başbar, Sekme, Köroğlu ve Hançer barı yiğitliği ve kahramanlığı anlatan barlar. Delloy barında düşmanı yere sermiş savaşçının duyguları canlandırılır. Düşman ayakaltındaymış gibi üç kez ayak vurulur. Hançer barı iki kişinin iki ellerindeki hançerlerle yiğitçe oynanan bir oyun. Elde kılıçlarla karşılıklı oynanan Köroğlu barı da aynı şekilde. Turna barında kuşların birbirine kur yapması ve çiftleşmesi canlandırılırken, tavuk barında tavukların yüksek bir yerden aşağıya uçmadan önceki çömelişleri ve doğrulmaları, kuluçkaya yatma sırasında yavaşça oturup kalkmaları taklit ediliyor. İki bölümden oluşan güvercin barında ellerin çözülüp oyuncuların birbirinden ayrılmalarından sonra ellerin bele konularak yarım sağa, yarım sola dönerek bir güvercin gibi sekerek yürüyüşleri, güvercin gibi kanat taklidi hareketler “hayvanların kutsal sayıldığı dönemlerden (totemizm) izler taşıdığı” şeklinde yorumlanır. Barlar genellikle toplu olarak oynanan bir oyundur. Hançer barı, Köroğlu barı ve Turna barı ise iki kişiyle oynanır. Kadın barlarının sözlü olabildiğini not düşmüştük yukarıda. Güvercin barı oynanırken kadınlar hem oynarlar hem söylerler;
“Bir çift güvercin olsam
Çadırın başına konsam
Güzellere yoldaş olsam
Çirkinlere tuzak kursam
Gel gel karanfilli gelin
Eli deste güllü gelin.”
Barda giyilen kıyafetler erkeklerde ve kadınlarda farklıdır. Erkekler cistik (ayakkabı), zığva (pantalon), yelek, gömlek, kazeki (ceket), kuşak, gümüş köstek, bazubent ve mendil giyer. Kadınlar ise bindallı, leçek (yazma), gümüş kemer, pabuç giyerler.
Kıyafetler üstlerden atılıp da “yar koynunda bir çift suna beslendiği zaman” sert coğrafya incelikle bir şekilde dile gelir Erzurum’da. Evet, sert coğrafyalardır burası. Türkiye’nin çatısı bir kenttir Erzurum. İklimi sert, insanı serttir. Yaşamı, ilişkileri serttir. Sert iklimlerin insanlarından çıkmıştır böyle bir dize. Yar koynunda olmayı bu kadar duyarlılıkla, dinginlikle ve özgürlükle anlatan kaç türkü dizemiz vardır, sormak gerekir. Soğuğun, sert rüzgârların yakıp kara yağız hale getirdiği Erzurumlu eline bağlamayı alınca ne incelikli türküler döktürür. Bir insan bağlama çalmaya başlayınca bu kadar mı değişir, ağlayıp gönül uslandırma derdine düşer. Aşığını efendi yapar, kapısında kul köle olur. Sanki sert rüzgârlar ılık meltemlerden esintiler taşır türkülerde. Sanki türküler Erzurum insanının derin çelişkilerini haykırır. Neriman Altındağ Tüfekçi, Perihan Altındağ Sözeri, Aliye Akkılıç, Mükerrem Kemertaş ve Raci Alkır gibi ustalar yaşar türkülerde. Erdal Erzincan, Arif Sağ ve Tolga Sağ gibi virtüözler bu derin çizgileri çığırıp, çalmaya devam eder. Sert insanların incelikli türküleri bara yoldaş olur, onun elinden tutar, kardeş olur, birlikte Palandöken’in zirvelerine tırmanır, oradan tekmil dağlara Erzurum barını ulaştırır.