Babıâli; “Bizim Yokuş”


Bu başlığı Yusuf Ziya Ortaç’tan aldım. Lakin gazetecilik, yayıncılık, yazarlık işine bulaşmış hemen herkes için, bu yokuşun adı budur: Bizim Yokuş. Ben denizden geldim, ama insanı bu yokuşa getiren bütün yollar tarihtir.
Yazı: Tevfik Taş / Fotoğraf: Yusuf Aslan
Sirkeci’den, İstanbul’un o ilk meydanından Babıâli (Cağaloğlu) Yokuşu’na doğru yürürken. Gökyüzü, denizin üzerinde yarı mavi, yarı kurşuniydi. Roma öncesi ve Bizans döneminde İstanbul’un çekirdeğini oluşturan yerin başlangıcındayım. Yine başlangıcındayım, yıllarca düşünceli ya da koşturarak çıktığım o yokuşun. Bir açıklık var denizle tren garı arasında evet, ama bir meydan değil artık burası. Oysa Antik Strategion (Sirkeci), 330’dan sonra kent Konstantinopolis adıyla yeniden kurulduğu zaman büyük bir meydan olarak tasarlanmış. Ticaretin ve ulaşımın bütün yükünü denizin üstlendiği bu dönemde, Sirkeci hem son derece önemli bir liman, hem de Bizantion’a açılan iç yolların giriş kapısıdır.
“Meydan, I. Constantinus’u at üstünde gösteren heykelin altında, kentin kuruluş öyküsünü anlatan yazıtlı taş bir sütunla süslüymüş” diyor Albercht Berger: “Günümüzde Strategion’a ait bir iz yok. Ama bugün Cağaloğlu semtinin kurulduğu bayırın eteklerinde başlayan alanın merkezi Sirkeci tren garıdır.” Bugün de yaşayan bu yerüstü raylı sistemini Abdulaziz zamanında Almanlar, gar binasını da gene bir Alman mimar olan Tachmund yapmış.
Garın içi şimdi daha suskun… Oysa bu garın lokantası bir zamanlar “gazeteciliğin ve edebiyatın kurtları, duayenleri” denen pek çok insanın başat mekânlarından biriydi. Garın dışında koşuyor insanlar, gri renkli yeni Hafif Metro’nun içi tıklım tıkış. İki yandan sıkışan trafik, birbirine karışan yollar, tabelalar pek çok yapıyı görünmez kılmış. Oysa garın hemen yanında, şimdi “büfe” olarak kullanılan tarihi küçük yapı, Mirmiran Mehmet Paşa’nın yaptırdığı Muradiye Sebili’dir. Gara sırtımı verip karşı sokağa bakıyorum. Tarih iç içe, yan yana, üst üste. Tarih büyük ölçüde örtülmüş, hırpalanmış ve bu hoyratlıktan kurtulabileni itibarlı, dimdik. Yeni Cami’ye giden yolun üzerindeki yapı cumhuriyet öncesi gelişen ve “Ulusal Mimarlık Akımı” olarak bilinen akımın öncülerinden Vedat Tek’in eseridir: Posta Telgraf Nezareti. “Bir nevi, bugünün Ulaştırma Bakanlığı” diyor Murat Belge. Biraz ileride Abdülhamit Külliyesi.