İstanbul; Banliyöde Sanat

Sanat sadece kentin merkezi ve yüzü sayılan semtlerde icra edilmiyor. Koca kent İstanbul’un kenar denilen semtlerinde emekten yana yaratıcı hayallerin peşinden koşuluyor…

Yazı: Mehmet Sait Taşkıran / Fotoğraf: Yusuf Aslan

Beyoğlu’nun neon ışıklı caddelerinde, Kadıköy’ün denize açılan sokaklarında, Cihangir’in havalı stüdyolarında, Galata’nın Levanten dokusunda süregelen sanatsal ve kültürel çabanın dışında başka semtlerde farklı biçimlerde var olmaya çalışan sanat faaliyetleri de var. Saydığım bu yerlere uğramadan sanatın ve kültürel aktivitelerin varoş denilen yerlerdeki yaratma çabasına tanık oldum. Bu semtlerin kıyısına köşesine, ana yola açılan yerlerine yapılan alış merkezlerini geçip mahallelerin arka sokaklarında buldum kendimi. İlkin Okmeydanı’na düştü yolum. Bir binanın ikinci katında yer alan Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi’nde  kalabalığın şaşkın bakışları arasında bir yer bulup oturdum. Kültür merkezine gelenler birkaç gün sonra gerçekleşecek bir festivalin hazırlığı için toplanmışlardı. İşçi emekçi insanlardan oluşan topluluk için sanat her şeyden önce kültürü unutmamak tiyatro, halk oyunları, müzik ve sinema etkinlikleriyle birlikteliği sağlamaktı. 

İnsanları İstanbul’da yaşamaya sürükleyen nedenlerin ortak yanı kuşkusuz yaşam sorunları. Hemen her semtin özelliğini ve yapısını belirleyen ise o bölgede yaşayan insanların kültürel dokusu oluyor. Sanat da insana özgü bir çaba olunca sanatsal faaliyetler kültürel dokudan ve politik duruşlardan besleniyor. 1 Mayıs Mahallesi’nin kuruluş yılı kutlamaları çerçevesinde gerçekleşen festivale katıldığımda farklı düşüncelere sahip çok sayıda gruba tanık oldum. Politik bir geçmişe sahip mahallenin sakinleri üç gün süren festivalde mahallelerinde yer alan Deniz Gezmiş Parkı’nda buluşmuşlardı. Konserlerin, halk oyunu etkinliklerinin dışında gün boyu farklı politik grupların düzenlediği kentsel dönüşümle ilgili paneller de festivalin bir parçasını oluşturuyordu. Sanatın ne olduğu ve kimin için yapıldığı bilinen en eski tartışmalardan. Fakat bir ihtiyaç olduğu konusunda hemen herkes hemfikir. Her şeyden önce insanın kendisini ifade ettiği bir alan olarak sanat yaratma ve üretme kaygısıyla ilgili. Kartal Sanat Tiyatrosu’nun çalışmalarına tanık olduğumda üretme kaygısının her şeyin önünde olduğunu görmüştüm. Sanat anlayışı olarak yine emekten ve toplumcu gerçekçi bakış açısından yola çıkan bir kuruluş olan tiyatro yirmi yıldan fazladır Kartal’da çalışmalarda bulunuyordu.

İstanbul’da kurumsal olmasa da bireysel olan çok sayıda sanat atölyeleri de var. Yine varoş olarak bilinen Gülsuyu Mahallesi’ne yolum düştüğünde, İstanbul’u tepeden gören gecekonduların arasından, birbirinden farklı politik sloganların yazılı olduğu sokaklardan geçerken dükkandan bozma küçük sanat atölyelerine denk gelmiştim. Kapalı mekanların dışında İstanbul’un sokakları da geçmişi yakın zamana dayanan sanatsal çabaların mekanı haline gelmiş durumda. Kendisini sokakta, akıp giden yaşamın ortasında ifade etmeye çalışan gençlerin çoğu giderek daha da kabul görmeye başlayan rap, hiphap, breakdans, grafiti gibi etkinliklerin içinde yer alıyorlar. Bu yeni sanat türlerinin dünyadaki gelişim sürecine bakıldığında kent merkezlerinin dışında, biraz da dışlanmış, ağır yaşam koşulları içinde var olmaya çalışan insanların arasından çıktığı görülür. İstanbul’un hemen her semti, tarzı ve kapsamı ne olursa olsun sanatsal ve kültürel yaratım çabalarına tanık oluyor. Alışılagelmiş sanat anlayışlarının dışında kendi dünyasını sanat yoluyla ifade etmek isteyenler için de türlü olanaklara sahip. Bazen bu olanaklar zorlu bir süreçten geçerek bazen dışlanıp kabul görerek bazen de inat ederek elde ediliyor.